Amerikalı Rahip Olayının Düşündürdükleri!

Değerli dostlar,

Biliyorum ki hepiniz üzgün ve endişelisiniz.

Trabzon’da ikamet eden bir değerli dost bu rahibin tahliye olayı ile ilgili olarak bakın ne yazmış:

“AK Parti, mütekabiliyet prensibini işletmeden rahibi serbest bırakmakla Türk siyasetine veda etmiştir. Çünkü mütekabiliyet prensibi birini verirken birini almayı gerektirir. AK Parti artık resmen intihar etmiştir. Ben de Türk siyasetine seçmen olarak veda ediyorum. İktidar adayı yeni bir parti kurulmadığı sürece oy verilecek bir parti kalmamıştır.”
(Nurettin Dursun Ağabey, baştan beri desteğini partiden esirgememişti. Şimdi ise kendi onur ve prensibine uygun bir şekilde düşüncelerini yukarıdaki şekilde açıklamıştır. Kendisine teşekkür ediyorum.)

Gerçekte Türk Milleti’nin AK Parti’yi desteklemesinin sebebi; “Belki gerçekten bu parti ile Türkiye’nin kaderi değişir!” düşüncesi idi. Bu sebeple sınırsız destek verildi. Şu anki cumhurbaşkanı, bir adım daha ileri gidilerek “Başkan” yapıldı. Milletin bu partiyi, bu insanları tercih sebebi hep bir umutla olmuştur.

Tabii gerçekler başka idi. Her şeye rağmen hatalı gidişi gören, bu gidişe dur diyen, 16 yıldır feryat-figan edenler vardı. “Durun, dinleyin! Durum bildiğiniz gibi değil. Uçuruma doğru gidiyoruz, yapmayın!” diyenler vardı. (Bunlardan biri de bendim.)

Ama kimse bu feryatlara kulak asmadı.

Gerçekten 16 yıldır ülkeyi idare edenler büyük hatalar yaptılar.

Ergenekon meselesi, Açılım meselesi, Andımızın, Türk kelimesinin kaldırılma meselesi, Türk alfabesine üç yabancı harfin sokulması meselesi ve daha birçok hayati meselede bu parti büyük hatalar yaptı. Yer adlarının değişmesini isteyen bir Ermeni (Sevan Nişanyan) hapiste iken ülkemizden kaçıp gitti. Yunanistan’a gitti. “Eyyy Yunanistan Sevan Nişanyan’ı bize iade et!” diyen kimse çıkmadı. Sevan Nişanyan gidiş o gidiş!

FETÖ adlı örgütü besleyen, büyüten, canavarlaştıran yine bu ülkeyi idare edenlerdi. Bu hatalar göz göre göre yapılıyordu. Ve biz bunları seyrederken eriyorduk. “İç savaşa gidiyoruz”, “Uyarmak Vatan Borcumdur” diye bağırıyorduk.

Olmadı…

Ve gerçekten de başımıza büyük bir felaket geldi.

Bu felaketten hala ders alınmadığını görmek bizi daha da derin endişelere sevk etmektedir. Suriye konusunda, ekonomik konularda, eğitim konusunda büyük hatalara imza atılmaktadır.

Sonunda Mc Kinsey adlı bir Amerikalı denetim firması ile anlaşma yaptılar. Kime sormuşlardı, bunları kim denetleyecekti belli değildi. Akit Gazetesi Nurettin Veren bile isyan etti. “Burası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çiftliği değil” dedi. Abdurrahman Dilipak “Cehenneme kadar yolunuz var!” diye isyan etti.

Neyse ki o hatadan dönüldü. Bilmiyorum, herhalde dönüldü!

Şimdi de açıkça Amerikalı rahip “hukuk sistemi” içinde beraat ettirilip, salıverildi. Bu çok, ama çok onur kırıcı, çok üzücü bir olay! Dünyadaki hangi ülkeyi en zayıf olarak biliyorsunuz, o ülkede bile belki hukuk bu kadar ayaklar altına alınmazdı. Devlet onuru, millet onuru bu kadar ayaklar altına alınmazdı.

Bu, ülkemizin ne kadar zayıf bir durumda olduğunu gösterir.

Size II. Abdülhamit’in Makedonya’da başına gelen bir olayı kısaca özetlemek istiyorum.

Biliyorsunuz, tarihçiler; 19. Yüzyıl için Osmanlı’nın en uzun yüzyılı derler. 1900’lü yıllarda gerçekten çok büyük felaketlerle karşı karşıya kaldı Osmanlı Devleti. Ve bu felaketleri bir türlü aşamadı. Çünkü devleti idare edecek gerçek devlet adamlarının nesli kesilmişti. Yani “Kaht-ı Rical-Devlet adamı yokluğu” söz konusu idi.

Balkanlarda Bulgarlar, Sırplar, Rumlar, Ulahlar isyan etmişler, devlete başkaldırmışlar! Tıpkı PKK gibi bir terör örgütü Osmanlı’yı (tabir yerinde ise) çalıp döndürüyordu. Osmanlı jandarması dağlara çıkmış VMRO örgütü eşkıyalarını öldürüyor öldürüyor, bitiremiyordu. Ve biliyorsunuz ki bir gün bu terör Osmanlı’nın başını yemişti. Önce Balkan Savaşlarına sürüklenen devlet daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nı girmiş ve yenilmişti. Ve koca Osmanlı Devleti dağılmıştı.

O yıllarda bugünkü Rahip Brunson olayına benzer bir olay meydana gelmişti.

Olay şuydu:

Rusya Makedonya’da bulunan Mitroviçe kasabasına bir konsolos tayin eder. Rostkovkiy. Rostkovkiy gözü kara bir adamdır. Eline kamçıyı alır, sokaklara çıkar, sokakta rastladığı resmi kıyafetli Türk askerlerini (Bana neden selam durmuyorsunuz!) diyerek kamçı ile döver.

Bu olay Mitroviçe kasabasında bulunan Nüzhetiye Karakolu önünde nöbet bekleyen bir askeri dövmesi ile sona erer. Çünkü Halim adlı Arnavut asıllı asker, kendisini kamçı ile döven konsolosu öldürür. Konsolos ölür ölmez Rusya donanmasını Osmanlı üzerine gönderir. Osmanlı yönetimi telaşa kapılır. Ve hemen Makedonya’da Örfi İdare Mahkemesi kurulur.

Mahkemeye Enver Paşa da girer. İstanbul’a sorarlar “Konsolosu öldüren bu askerler hakkında nasıl bir karar verelim?” Mahkemede yargılanan iki asker vardır. Biri konsolosu öldürür, diğeri ona neden mani olmadı diye yargılanır.

Tabii ki Payitahtın cevabı “İkisine de idam cezası verin!” olur. Ve mahkemeden bu iki asker için idam kararı çıkar. Osmanlı Devleti Rus baskısından korkar ve iki askerini haksız bir şekilde idam eder.

Buna şahit olan Enver Paşa; bu iş böyle yürümez der ve ordudan ayrılır. Üniformalarını atar, dağa çıkar. Neden dağa çıkar: Osmanlı Devleti’ni idare edenler bu işi beceremiyorlar. Arkadaşları ile beraber bu yönetimin mutlaka değişmesi lazım, derler. II. Meşrutiyet’in ilanı için II. Abdülhamit’e baskı yaparlar. Neticede Abdülhamit bu baskılara dayanamaz, II. Meşrutiyet’i ilan eder.

Ancak, yazık ki olayların gelişmesi hep devletin aleyhine olur. Devlet İttihat Terakki Partisi’nin eline geçer. İttihat Terakki’yi idare edenlerde de devlet tecrübesi yoktur. Önlerinde onlara yol gösterecek kimse yoktur. Bu durumda devlet otoritesi tamamen bozulur. Devlet idaresini bilmeyenlerin elinde koca Osmanlı Devleti oyuncak haline gelir.

İttihat Terakki Partisi büyük hatalar yapar. Tıpkı AK Parti’nin yaptığı hatalar gibi…

Sadece bir örnek vereceğim. Zamanın Bulgar hükümeti Almanya’dan o zamanın modern toplarını satın alır. Bu silahların Avusturya’dan geçerek Bulgaristan’a götürülmesi gerekmektedir. Ancak Avusturya hükümeti silahların kendi topraklarında geçirilmesine izin vermez. Çünkü Bulgarların bu topları kendilerine karşı kullanabileceği ihtimali vardır. Bulgar hükümeti Osmanlı idaresine başvurur. Osmanlı hükümetinden izin ister. Osmanlı idaresi hiç düşünmeden bu modern silahların önce Selanik’e, oradan da Bulgaristan’a nakledilmesine müsaade eder. Biliyor musunuz, bu silahlar Balkan Savaşları sırasında Osmanlı Devleti’ne karşı kullanılmıştır. Kimbilir kaç vatan evladı o top atışlarıyla şehit edildi!

Aynı hataları, daha büyük çapta 16 yıldan beri AK Parti hükümeti yapmıştır. Belki hata değildir, bilerek yapılmıştır. İşin o tarafını bilemem.

Ve işte bu gün yine II. Abdülhamit idaresine benzer bir kafa aynı hataları yapmaya devam etmektedir. Rusya’nın, konsolosun öldürülmesi ile Osmanlı’ya yaptığı dayatmanın benzerini demek ki bugün Amerika yaptı. Ve bu dayatma karşısında ezildik. Hukuku, adaleti, onuru, haysiyeti, beş bin yıllık büyük tarihi, milyonlarca şehidimizin kemiklerini sızlata sızlata rahibin tahliyesine karar verdik. Yani; Malazgirt’i, Niğbolu’yu, İstanbul’un fethini, Mohaç’ı hiçe saydık.

Biliniz ki devletler taviz vererek bağımsızlıklarını koruyamazlar. Bu gün bu tavizi alanlar yarın daha büyük tavizler için baskı yapmaya devam edecektir. Tıpkı Balkan Savaşları, Birinci Dünya savaşı öncesinde olduğu gibi… Bu tavizler, devlet tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar devam edecektir. Bu böyle bilinmelidir.

Sosyal medyadaki eleştirilere bakıyorum. Bu güne kadar AK Parti’ye oy vermiş samimi, çok iyi niyetli kişiler bu olay karşısında nasıl bir eleştiri getireceklerini şaşırmışlar. Partinin içinde hayali güçler var, bütün bu kötülükleri bu hayali güçler yapıyor diye yorum yapıyorlar. Ya korkularından, ya da başka düşüncelerle sürekli “Başkan” ı eleştirmekten kaçınıyorlar.

Bana göre iş çığırından çıkmıştır. Artık herkesin daha yüksek bir sesle eleştirilmesi gereken kişileri eleştirmesi lazımdır. Bu değerli dostlarımı artık hiçbir şeyden korkmamaya, açık bir şekilde yapılan hataların hesabını sormaya davet ediyorum.

Hiç olmazsa hata yapanlara karşı cesaretle hesap sorun değerli dostlar. Biraz etrafınıza bakın. Cesaretimizi kaybedersek, Enver Paşa ve Resneli Niyazi gibi cesur, kahraman insanların ortaya çıkması asla mümkün olmaz. Subay oldukları halde, devletin kötü gidişine dur demek için her şeylerinde vazgeçen insanları örnek alalım değerli dostlar. Aramazdan hiç mi Enver Paşa gibi bir insan çıkmayacak?

Toplum şartlanırsa, aç kalmak, özgürlüğünü kaybetmek, vatanını kaybetmek pahasına kendisini hipnotize eden insanları eleştirmeye yanaşmaz. Bu tür insanlar kendilerini şartlandıranların hep başarıyı yakalayacaklarını zannederler. Bu eleştiriyi ancak beyni bağımsız kalabilen insanlar yapabilirler.

Rahip Brunson konusu da işte böyle büyük hatanın sonucudur. Ve bu hata bizi daha büyük hatalara, daha kötü sonlara götürecektir. Allah esirgesin.

İnşallah tarihi geçmişimizden ders alırız. Düşülen hatalardan bir önce vazgeçeriz.

 

 

 

 

Yorum Yap