Aylık Arşiv: Eylül 2023

Anlayana…

Anlayana…
Değerli dostlar,
Aşağıda kapağını yayınladığım kitabı okuyorum. Yazar Süleyman Külçe 1884 yılında Üsküp’te doğan bir Osmanlı zabiti. Balkan Savaşları’nın tam ortasında Osmanlı Ordusu’nda zabitlik yapmış bir insan. Çizgi Kitabevi tarafından yayınlanan kitap torunu Cumhur Külçe’nin takdim yazısıyla yayınlanmış.
Bu vesile ile rahmet diliyorum.
Türklerin bugün bile açıkça büyük bir hata olarak uyguladıkları -ve bizce çok sakıncalı olan- bir konuyu çok güzel tespit etmiş. Yazarın bu düşüncesini sizlerle paylaşmalıyım.
Bakın nasıl önemli bir tespitte bulunmuş:
“… zapt edilen memleketlerden teba-i şahaneden önce yalnız bin çocuk devşirme toplayıp İstanbul’a getirirlerdi. İslam terbiyesiyle yetiştirilirlerdi ki bunlar hükümetin seçkin memuriyetleri için birer namzet bilinirdi. Bu hal Türk anasırının (Türk halkının) şahsiyet-i maneviyesine ait bariz bir hakkı Arnavut, Macar, Alman, Hırvat gibi yabancı kanı taşıyan kimselere peşkeş çekilmek manasını taşıdığı için, neden bu imtiyazın bu makule (çeşit) insanlara tahsis edildiği düşünülmeğe değer bir şey idi. Belki de bu idare tarzını Orhan Gazi’nin ilk zamanlarında ehil adam bulmakta uğradığı müşkilattan mütevellid bir nizam iken bu nizamın soysuzlaştırılması neticesi idi. Çünkü Zaman ilerledikçe bütün yüksek makamların hep bu yabancı kanı taşıyanlara mahsus bir hak sayıldığı ve bunların sadrazam, vezir, başkumandan mevkiine kadar çıktıklarını gördük.
Halbuki bunların çoğunun Türk malını, gücünü, Türk’ün kanını diledikleri gibi harcadıkları ve Türk neslini kudretsiz hale getirdiklerini tarih gösterdi.” Sayfa: 19-20
Türklerin 300 yıldır neden geri çekildiğini anladınız mı?
Anlayana sivrisinek saz denilmiştir.
Anlayana….
Bir şunu diyen bir yazı 'RUMANIA Süleyman Haytoğlu Rülçe Hazırlayan: Ercan Balkan Harbi nde ihmal Faciaları လ Hatıra MINO ÇİZGİ' görseli olabilir
Beğen

Yorum Yap
Paylaş

Teşkilattan Niyazi Mi?

 

 

Yenişafak Gazetesi’nde yazan ve gazetenin genel yayın yönetmeni olan Hüseyin Likoğlu, 20.09.2023 tarihli “Komünizmle Mücadeleden Mültecilerle Mücadeleye” başlıklı makalesinde aşağıya tırnak içinde aldığım ifadeleri kullanmış.

Hüseyin Likoğlu hakkında; 15 Temmuz Darbesi’ni, darbeden 18 gün önce yazdığı “Şakird Subayların Altın Vuruşu” makalesinde haber veren, darbeyi önceden bilen bir yeteneğe (!) sahip olduğu iddiaları var.

Yazıyı dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

“Dünyada ırkçılık ve yabancı düşmanlığı tehdidi her geçen gün artıyor. Gelişmiş, görünürde medeni ülkelerde ırkçı siyasi hareketler hızla yükselirken, sokaklarında yabancılara yönelik saldırılara her gün bir yenisi ekleniyor. Batı’daki yabancı düşmanlığı mikrobu ne yazık ki ülkemizde de karşılık buluyor.

Türkiye’de cereyan eden hadiseler maalesef Batı’da yaşanan olaylardan daha üzücü. Zira Türkiye, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi! Bugün ‘yabancı’ diye düşmanlık yapılan insanlar, Misak-ı Milli sınırlarımızda yaşayan insanlardır.”

Şayet Kurtuluş Mücadelesi’nde gücümüz yetseydi ve Ahdi Milli’mizi gerçekleştirebilseydik, ‘yabancı’ dediklerimiz ülkemizin vatandaşı olacaktı. Nitekim Hatay 16 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katıldı.

Bu tarihi hatırlatmamızın sebebi, günümüzde yabancı karşıtlığı yapanların sözde milliyetçi, Atatürkçü maskesi takmalarıdır. Özlerinde İslam düşmanlığı yatan bu kitlenin ‘Türkiye’ diye bir dertlerinin olmadığı aşikârdır.”

Öyle laflar ediyor ki insanın beyninin bütün devreleri yanıyor!

Hüseyin Bey biz “ahd-i milli” mizi gerçekleştirdik, merak etmeyiniz. Madem öyle, bu mülteciler kaybettiğimiz topraklarımızı da geri alıp vatana katsalardı ya!

Yani Allah aşkına! Bu adama göre biz şimdi İslam düşmanı mıyız? Bizim Türkiye diye bir derdimiz yok mu? Bu vatan Hüseyin Likoğlu familyasının mı?

Aslında Osmanlı vatandaşı olan MÜLTECİLERE düşmanlığımız son derece büyük bir ihanete denkmiş öyle mi?

Hüseyin Bey’e tarihi mi coğrafyayı mı yeniden okutmalı? Yoksa Yurttaşlık bilgisini mi?

Sahi; Hüseyin Likoğlu 15 Temmuz darbesinin yapılacağını nereden bilmişti?

Acaba o da “Teşkilattan Niyazi” mi?

(…)

 

Araf Sakini Aydınlar

 

Değerli dostlar,

Türk Aydınının devletin problemleri karşısında tarafsız kalması doğru mudur?

Sayın Cumhurbaşkanımızın sarf ettiği “Milletin Çeşitliliği” konusunda Türk aydını düşündüğüm manada tepki göstermemiştir. Anlıyorum ki; Türk aydını kendi fantezileri ile uğraşmakta, şiir yazmakta, kitap yazmakta, kendi konusuyla ilgili araştırmalar yapmakta, fakat milletinin problemleri karşısında SESSİZ kalmayı tercih etmektedir. Sadece birkaç güncel olay hakkında “şaka ile karışık” yazılar yazarak kendini avutmaktadır.

Hâlbuki “Milletin Çeşitliliği” konusu son derece önemliydi. Bu “stratejik” ifadenin ne anlama geldiğini aydınımız elbette anlamıştı.

Aynı konu tarihimizde yine ortaya atılmıştı. Abdullah Cevdet, çıkardığı İçtihat Dergisi’nde “Avrupa’dan, asilzadeler sınıfından damızlık insanlar getirerek Türk kızları ile evlendirip, Türk halkının yapısını değiştirirsek ancak kalkınırız!” diye yazmıştı. (İçtihat Dergisi, 1 Mart 1922 tarihli sayısı)

Abdullah Cevdet’in ortaya attığı fikirle bugün ortaya atılan “Milletin Çeşitliliği” fikri demekki Türk aydını için hiçbir şey ifade etmemektedir. Ya da Türk aydını pusmuş, korkmuş, susmayı tercih ederek kabuğuna çekilmiştir. (Türk muhalefetinin acizliğini anlatmaya zaten hiç ihtiyaç yoktur.)

Rahmetli Erol Güngör, olaylar karşısında suskun kalan aydın tipi için şu ifadeyi kullanmıştır: “Hayata ve olaylara şaşı bakan Araf sakini aydınlar!”

Türk aydının bugün çok önemli görevleri ve öncelikleri vardır. (İstanbul’un işgali sırasında Süleyman Nazif’in yazdığı “Kara Bir Gün” yazısını hatırlatmak istiyorum. Rahmetli Durmuş Hocaoğlu’nun “EY TÜRKLER” yazısını ayrıca paylaşacağım.)

Olaylar karşısında suskun kalmayı tercih eden aydınlarımızı uyarmak maksadıyla bugünkü görevinin ne olduğunu hatırlatmaya çalışacağım. Bugün Türk aydınının çok önemli öncelikleri vardır.

Bana göre bu öncelikler şunlardır:

Türk aydınının doktrin anlayışı bozulmuştur ve aydınımız bu sebeple bir istikamet krizine girmiştir.

Kendi toplumunun doktrin yapısını öğrenmek Türk aydınının birinci önceliğidir.

  • Türk aydınının olayların izahında kullandığı bir metodolojisi yoktur. Türkiye’de derhal bir METODOLOJİ ENSTİTÜSÜ KURULMALIDIR.
  • Türk aydını, gerekli olmadığı halde toleranslı davranmak ve kolaylıkla aldatılmak psikolojisinden kurtulmalıdır.
    Türk aydını kolay inanıyor, çok çabuk aldanıyor. (Türklere karşı Çin Seddi’ni yapan Çinliler Türklerle bu şekilde de baş edemeyeceklerini anlayınca Türkleri “aldatma” yoluna gitmişlerdir.)
  • Türk aydınının dördüncü ve en önemli özelliği şudur: Devletin problemleri karşısında TARAFSIZ KALMAK!
    Evet, tarafsız kalmak! Eleştirme zahmetine katlanmamak! “Neme lazım” deyip geçmek!

Türk aydınını toplumunun problemlerini anlamaya, sorumluları eleştirmeye, dolayısıyla kendi toplumu karşısında görevini hakkıyla yapmaya, toplumunu savunmaya davet ediyorum.

Mikdat Topçu

16.09.2023

 

Türk Milleti Hafızasını Tazeleyecektir

Değerli dostlar,

Devletin Yine Tanzimat Fermanı Noktasına Getirildiğinin Farkında Mısınız?

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nde düzenlenen “1982 Yerine 2023 Anayasası Sempozyumu” nda : “İnsanı önceleyen, MİLLETİN ÇEŞİTLİLİĞİNİ VE ZENGİNLİĞİNİ yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.”

Sayın Cumhurbaşkanının “MİLLETİN ÇEŞİTLİLİĞİ”  ifadesi son derece stratejik bir ifadedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanından tutun da parti kurup iktidara geldiği zamandan beri kendisini destekleyen Amerikan politikasının bir uzantısını ifade etmektedir. Suriye sınırımızdaki mayınların kaldırılmasıyla milyonlarca göçmenin bu politika çerçevesinde ülkemize girdiğini bilmeyen kalmamıştır. 50 bin, 100 bin değil milyonlarca insan yurdumuza girdi. Şimdi düşünmeli değil miyiz? Bu milyonlarca göçmenin yurdumuza kaçak yollardan giriş yapması aslında MİLLETİ ÇEŞİTLENDİRMEK için miydi? Bu politika cumhurbaşkanının onayı ile mi uygulandı? Amerika’nın bastırmasıyla mı bu göçmenler yurdumuza geldi? Sayın cumhurbaşkanımıza acaba ne gibi bir baskı yaptılar. Ya da kendisi de böyle bir politikanın uygulanmasına taraftar mı? Toplum karşısında TEK DEVLET-TEK MİLLET diyen cumhurbaşkanı şimdi neden ÇEŞİTLİLİK demektedir?

Bu konuda yüzlerce soru sorabiliriz. Yaşadığımız sorun ülkemizin gerçekten “BEKA MESELESİ” dir.

Ben bir Türk çocuğuyum. Burası Türklerin vatanıdır. Başka milletlerden yoğun nüfus getirerek Türklerin nasıl ÇEŞİTLENDİRİLECEĞİNİ elbette sorgulamak istiyorum.

 

SAYIN CUMHURBAŞKANINA AÇIK MEKTUBUMDUR:

Sayın Cumhurbaşkanı,

Ülkemizde anayasa değişikliğinin söz konusu olduğu bir ortamda MİLLETİN ÇEŞİTLİLİĞİ VE ZENGİNLİĞİ ifadesini kullandınız. Bu konuda size; sade, samimi duygularımla ve uyarı niteliğinde bu satırları yazma ihtiyacı duydum.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin cumhurbaşkanısınız. Size bu açıdan büyük saygımız vardır. Saygı ile beraber aynı zamanda güven de duymak zorundayız. İnanıyorum ki böylesine devasa büyük bir devletin cumhurbaşkanı olmanın onurunu taşıyorsunuz.

Makamınız Türk Milleti için çok kutsal bir makamdır. Bunun derin bilinci içinde olduğunuza inanıyorum.

Makamınızın; Sultan Alparslan’ın, Sultan Fatih’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın makamı ile aynı olduğunu biliyoruz, biliyorsunuz.

Bu makamın atalarımıza yüklediği vecibeleri, sizin de omuzlarınıza yüklediğini kabul ettiğinize samimiyetle inanıyorum.

Tarihin, özellikle Türk tarihinin sizin makamınızda bulunan insanlara yüklediği vazifelerin de farkında olduğunuzu biliyorum.

Osman Bey’le başlayan Osmanlı Devleti’ni, daha sonraki Büyük Osmanlı Sultanları “imparatorluk” haline getirdiler. Ama aynı sultanların soyundan gelen; iradesi zayıf, basiretsiz, beceriksiz sultanlar bu eşsiz imparatorluğun parçalanmasına sebep oldular.

Bu demektir ki: bir devletin, bir milletin kaderi, o milleti idare edenlerin iradesine, basiretine, şecaatine, samimiyetine ve devleti idare etmekte göstereceği hünerlerine bağlıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Büyük bir “inkılâbı” gerçekleştirmek istiyorsunuz. Bunu anlayabiliriz. Ancak; kabul ediniz ki, milletlerin daima düşmanları olmuştur. Tekâmül göstermekte olan milletlerin düşmanları daha da çok olmuştur

Batılı “dostlarımızın” başlattıkları 21. Yüzyıl Haçlı Seferleri’nin; Türk Milleti’ni,  İslam’ı ve Doğu kültürünü tahrip etmeye, yok etmeye, Müslüman toplumlar üzerinde hâkimiyet kurmaya yönelik topyekûn bir savaş olduğu artık açıkça görülmektedir. Haçlı savaşı yaptıklarını lisanen de ifade ediyorlar.

Vaktiyle atalarımızın savaşları düşman topraklarına yaydıklarını düşünerek, bugünkü Haçlı Savaşları’nı, Batılıların bizim topraklarımız üzerinde yaptığını ve Doğulu liderlerin, kurmayların bundan rahatsız olmadıklarını, bunun büyük bir “stratejik hata” olduğunu görmenin artık zamanı gelmiştir.

Yüksek malumlarınızdır ki, askeri ilimlerde asıl olan, savaşın düşman topraklarında yapılmasıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Unutmayınız ki, idare ettiğiniz bu topraklar Türk topraklarıdır. İdare ettiğiniz millet Türk Milleti’dir. Milletler tarihleri boyunca toprağa, coğrafyaya, sınırlara, kültürlerine büyük önem vermişlerdir. Bu kural bugün de değişmemiştir. Tarihçilerin “Batı Türk Hakanlığı” dediği milletimiz, şu anda “yok” sayılarak “mağlup” duruma düşürülmek istenmektedir. Açıkça “savaş” yapan Batılıların dostluğuna güvenerek, sizin de Türk milletini ÇEŞİTLENDİRMEYE çalışmanız tarihi bir hatadır, büyük bir yanılgıdır. Düşmanların yaptığı kara propagandaya aldanarak milletimizi sizin de ÇEŞİTLENDİRMEYE çalışmanız esef verici bir durumdur. Bizi endişeye düşürmektedir.

Lüdendorf’un; “Savaş yarı yarıya barışta kazanılır” nazariyesini dikkate alarak söyleyebiliriz ki, halen Haçlı Savaşları’nı yapmakta olan Batılı güçler gerçekten de “askeri” harekât yapmaktadırlar. Sıcak savaşı barış zamanında yarı yarıya kazanmak istemektedirler.

  1. yüzyıl Haçlı Savaşları’nın yayıldığı Müslüman coğrafyanın ve bizim coğrafyamızın liderlerinin henüz askerî ve kurmay düşünceleri tekâmül etmemiş olduğu görülmektedir.

Milletimizin, tarihinin derinliğinden beri getirdiği, Anadolu toprağı ile bütünleştirdiği kimliğini aşındırarak, ucube bir toplum yaratma düşüncesi elbette size ait olamaz. Bu ÇEŞİTLENDİRME düşüncesinin size ait olduğunu açıkçası düşünmüyorum.

Batılıların planlamış oldukları, doğulu toplumları “ikna” etme yöntemleri, rahatlıkla milletleri ve bizim milletimizi saf dışı bırakmak için kullanılabilmektedir.

En azından bizim ülkemizde tartışma konusu olan çok önemli konuların, millet olma kimliğimizi zayıflatmaya ve gerçekten milletimizi saf dışı bırakmaya yönelik, temelinde askerî tedbirlerin olduğu açıkça belli olmaktadır.

Tanzimat Fermanı’nda, Islahat Hatt-ı Hümayu’nunda kendisini bulan “azınlık hakları meselesi” nin bugün de aynen devam ettiğini ve Batılı dostlarımızın bugün de bu konu ile bizi vurmaya çalıştığını teslim etmek gerekir.

Vaktiyle Islahat hareketlerini yapanların da belki kötü niyetleri yoktu. Belki memleketlerinin ilerlemesine, kalkınmasına katkıları olsun diye o kararları almışlardı. Çünkü onları sevk ve idare eden Batılı kurmayların ikna etme yöntemi herhalde bu olmalıydı! Türk Milleti’nin iradesini başka türlü çözemezlerdi.

1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı; toprağını, tapusunu, değerlerini azınlıklarla paylaşması için Türk milletini “ikna” etmeye yetmedi. Halkımız bunu kabul edemedi. Tahammül edemedi. Netice alınamayınca, tam 17 yıl sonra (1856) Islahat Hatt-ı Hümayunu ilan edildi. O da milletimizi ikna etmek için yetmedi.  Sultan Abdülaziz’in ‘hal’ edilmesi, Abdülhamit Han’ın mücadelesi, derken Meşrutiyet hareketleri, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonucunda imparatorluğumuz ortadan kaldırıldı. Azınlık haklarını payanda olarak kullanan düşman hedefine ulaşmıştı, başarmıştı.

O zaman Türk Milleti’nin İKNA etmeye memur edilen kişi Mustafa Reşit Paşa idi.

Batılı dostlarımızın halen aynı yöntemleri uyguladıklarına şahit olmaktayız. Türk devletinin idarecilerinin bu oyunu anlamakta gecikmeyeceğine inanıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Şu an Batılıların yürüttükleri mücadele başarıya ulaşmak üzeredir. Çünkü vaktiyle toprağını, tapusunu, değerlerini azınlıklarla paylaşmak istemeyen millet, bugün “ikna” edilmiş bulunmaktadır. Artık kendi değerlerini değil, mağdur olarak gördüğü, sizin “Ensar-Muhacir” bağlamında değerlendiğiniz, şimdi de ÇEŞİTLENDİRME olarak adlandığınız stratejik göçmenlerin değerlerini savunan bir toplum meydana getirilmiştir. Sizin politikanız istikametinde bütün camilerde Ensar-Muhacir vaazları verilmekte, Türk Milleti İKNA edilmeye çalışılmaktadır.

Türk Milleti dini saiklerle İKNA edilmeye çalışılmaktadır. Milletimizin, Tanzimat’ta, Islahat hareketinde bir türlü paylaşmayı kabul etmediği sahibi olduğu devletinin değerlerini, tapusunu, bugünkü toplum rahatlıkla paylaşmayı kabul eder hale gelmiştir. Bu çok tehlikeli bir durumdur. İnsanlarımızda “vatan” algısı neredeyse kalmamıştır. “Kozmopolitan” hale getirilmeye çalışılan insanların devletimizden “intikam” alması ortam yaratılmıştır. Bunu kabul etmek mümkün değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Doğrusunu söylemek gerekirse; aldığınız kararlar ve giriştiğiniz bazı kalkınma hamleleri, dış görünüş itibariyle bizde de devletin kalkınmasını sağlayacak “önemli değişiklikler yapılıyor” intibaı uyandırmaktadır.

Ancak; uyguladığınız stratejiler gerçekte şu neticeleri doğurmaktadır.

–    Toplumsal ve ekonomik hayatımız temelinden sarsılmaktadır,

–   Bin yıldır Anadolu’da kurulmuş Türk toplum düzeni bozulmaktadır,

– Devletin bütün kaynaklarının Batılıların eline geçmesine sebep olunmaktadır,

–  Cumhuriyet tarihimizin bir bölümünde dini hayatını yaşayamayan kitlelere cesaret verilerek, onların “kozmopolitan” hale getirilmesine ve milletimizin devlet savunmasında saf dışı bırakılmasına sebebiyet verilmektedir.

Kozmopolitan hale getirilmiş kitlelerin Batı Roma’nın yıkılışına sebep oldukları tarihi gerçeğini unutmayınız.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Yukarıdaki düşünceleri bütün samimiyetimle sizinle paylaştım. Tarihin gelecekte sizi “vatanına ihanet eden cumhurbaşkanı” olarak kaydetmesini istemem. Sizi samimi buluyorum. Her şeye rağmen, Türk milletinin yanında olmak size önemli tarihi bir kimlik kazandıracaktır

Söylemek istediğim;

Irk olarak Türk olmak belli ki sizin için önemli değildir. Ama bu ülkenin, bu milletin cumhurbaşkanısınız. İktidardasınız. Tarihi bir günah işlemeyiniz. Batı Türk Hakanlığı devletinin MİLLETİ ÇEŞİTLENDİRECEĞİZ diye yıkılmasına   vesile olmayınız.

Unutmayınız lütfen, Türk Milleti mutlaka hafızasını yenileyecektir.

En derin saygılarımın kabulü ile sağlık ve esenlikler diliyorum.

Mikdat Topçu

14.09.2023

 

 

BU ADAMA GÖRE BİZ HANGİ MİLLETTENİZ?

Değerli dostlar,

 

Aşağıya, Star gazetesi yazarlarından olan Selahaddin E. Çakırgil’in bugünkü makalesinden alıntı yapıyorum. (Yazının tamamını alıntılamadım.) Bu tür insanların hangi milletten olduklarını, (Veya bizim hangi milletten olduğumuzu) anlamayı sizin üstün ferasetinize bırakıyorum.  

Makalenin sonunda görüldüğü üzere, aynı toplantıda AKP milletvekili Yasin Aktay da “akıcı bir üslupla” Arapça konuşmuş. Çünkü kendisi Arap! Yasin Aktay, Bayburt’ta: “Dünyada Türk diye bir ırk yoktur!” demiş ve Bayburtlu bir Allah’ın kulu bu adama itiraz etmemişti.

 Not: Önemli bulduğum satırların altını ben çizdim.

 

Selahaddin E. Çakırgil

(Star Gazetesi-6 Eylül 2023 Çarşamba)

Makalenin ilk kısmı aynen şöyle: (Gazetede yayınlandığı gibi aynen aldım.)

“Geçen hafta, merhûm Seyyid Kutub‘un (Qutb), Mısır’da Cemâl Abdünnâsır tarafından idâm edilişinin 57. yıl dönümü dolayısıyla Eyüpultan‘da (Eyüpsultan’da) Bahariye Mevlevîhânesi’nde, hem Arap dünyasından hem de Türkiye’den davetlilerin olduğu bir anma toplantısı vardı…

Programın sunuculuğunu Dr. Mâruf Çelik yapıyordu… Konuşmalar Arapça, Türkçe ve İngilizce olarak yapılıyor ve (simultane) denilen ‘ânında tercüme’ yöntemiyle çevriliyordu. Ancak bu tercümelerde nelerin, nasıl aktarıldığına dair acı-tatlı çok hatıralarımız olduğunu hatırlatmakla yetineyim.

Bu satırların sahibine de söz verilince, -uzuuun bir konuşmanın tamamı burada tekrarlanamaz elbette ama- bu tercüme konusuna merhûm ProfMuhammed Hamidullah‘dan bir nükte ile başladı… 50-52 sene öncelerde merhûm Hamidullah İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine ‘misafir öğretim üyesi’ sıfatıyla gelir ve haftada bir yaklaşık 2,5-3 saat kadar ders verirdi. (Hukuk’ta okuyanlar olarak bazı arkadaşlarla biz de katılırdık, o derslere…) Anlatacağı konunun asıl diline göre Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce anlatır, tercümeleri de o zamanın genç akademisyenlerinden Salih Tuğ ve Yusuf Ziya Kavakçı yaparlardı. (Bu iki isim de o sırada henüz prof. olmamışlardı). Haliyle, 2,5- 3 saatin yarısı tercümeye giderdi. Hamidullah Hoca, bu tercümeleri dikkatle dinler ve tercümede noksan kalan yerler olursa işaret ederdi. O zaman anlardık ki ‘Hoca, en azından bütün incelikleri anlayacak kadar Türkçe de biliyor.’ idi.

Biz de o zaman, ‘Hocam, Türkçe bildiğinize göre, derslerinizi Türkçe verseniz de anlatımda bir sıkıntı olursa, hocalarımız devam ederler ve biz de daha fazla istifade etmiş oluruz…’ demiştik. Hoca da bir gün, bu talebimiz üzerine, ‘Tamam çocuklar, gelecek derste size anadilinizle hitap edeceğim…’ dedi.

Bir hafta sonra geldiğinde Arapça olarak başladı derse… Hocaya vaadi hatırlatıldığında, ‘Ben vaadim üzereyim…’ demişti… ‘Hayır hocam, Türkçe demiştiniz…’ dediğimizde ise, ‘Sizler mümin olduğunuza ve Peygamber hanımları da ‘müminlerin anneleri ‘ olduğuna göre, ben size, annenizin diliyle konuşuyorum…’ şeklinde, ilginç ve güzel bir ders vermişti, bize…

Bu satırların sahibine de söz verilince bu hatırlatmayı yaparak, ‘Yazık ki, sizlere ana dilimizle hitap edemedim…’ demişti. Ve yazık ki dünya Müslümanlarından birçoğu genelde, bu gibi toplantılarda –İngilizce biliyorlarsa– İngilizce konuşmaya öncelik veriyorlar, bu dilin ‘dünya dili olduğu’ gibi iddialarla… Halbuki, 200 yıl öncelerde, İngilizce için böyle bir ‘dünya dili’ iddiası yoktu… Avrupalılar ve Hristiyanlar arasında daha çok Lâtince kullanılırdı… Dünya Müslümanları ise kendi aralarında, asıl kitaplarının, Kur’an-ı Kerîm‘in dili olan ‘Arabî’ce konuşurlardı…

*

Sözünü ettiğim anma toplantısında da, Prof. Beşîr Eryarsoy ve Prof. Yâsin Aktay konuşmalarını akıcı bir uslûpla Arapça olarak yaptılar”

(….)