Değerli Kardeşim,
Bana zaman zaman Türkiye’nin meselelerini ilgilendiren konularda yazan köşe yazarlarının makalelerini gönderiyorsun. İlgine teşekkür ederim. Bu demektir ki; benim de bu konulardaki görüşlerime değer veri-yorsun. Ve benden elbette ki bu konulardaki yaklaşımımı, yani görüşlerimi istiyorsun. Ya da ilgili konulardaki fikirlerimi merak ediyorsun. Belki de mevcut siyasi iktidarın uygulamalarına bakıyorsun, bu uygulamaları onaylıyorsun, benim bu uygulamaları onaylamadığımı düşünerek beni ikna etmeye, değiştirmeye çalışıyorsun. Bunların hepsi ayrı ayrı değer verdiğim düşünceler. Senin de bu konularda elbette ki bir siyasi görüşünün bulunduğunu ve bu siyasi görüşün mevcut siyasi uygulamalarla örtüştüğünü ima etmeye çalışıyorsun. Elbette ki saygı duyarım. Bir arkadaş olarak beni eleştirmenden daha tabii bir şey olamaz. Bundan mutluluk duyuyorum. Ama isterdim ki bu konularda yazdığım iki kitabı okuyarak beni anlasaydın. Yazdığım kitaplar aslında birer araştırma. Ben filozof değilim, yeni bir şey yazmadım. Tarihi ve sosyal olayları araştırarak bazı sonuçlara vardım. İsterdim ki vardığım sonuçları kitaplara bakarak eleştirmiş olsaydın…
Neyse…
Değerli kardeşim,
Bana son gönderdiğin makale Ergun Babahan’ın Star Gazetesi’nde yazdığı makale idi. Elbette ki okudum. Özellikle Yahudi lobisi ile ilgili tekrar yazmışsın. O tekrarı da okudum. Geçenlerde de Ayşe Hür’ün bir yazısını göndermiştin. Onu da okumuştum.
Ertekin, seninle bu konularda fikir teatisi yapamam. Sen benden daha tecrübelisin. Görüşlerin daha ileri ve devlet memuru olman hasebiyle daha olgunsun. Senin eline su dökemem. Zaten benim de seni bu konularda ikna etmek gibi bir çabam söz konusu olamaz.
Ancak, benim fikirlerimin, daha doğrusu endişelerimin kaynağını da sana izah etmem gerektiğine inanıyorum. Çünkü; Allah esirgesin, farkında olmadan bir “kozmopolitan” davranış içerisine girilirse, bu davranış yavaş yavaş bütün bir kitlenin davranışı haline gelirse, bu, devletimizin sonu demek olur. Bunun için düşüncelerimi açıklamak ve neden böyle düşündüğümü anlatmak mecburiyetindeyim.
Yukarıda “kozmopolitan” kelimesini kullandım. Herhalde ne demek istediğimi bana soracaksın. İzah etmeye çalışayım.
“Kozmopolitan” kelimesinin lûgat anlamı “yeryüzü vatandaşlığı” demektir. Kökü çok eskilere, milât öncesi üçüncü binyıla kadar dayanıyor. Yunan Stoa mektebinde felsefî bir nitelik kazanan ve bilhassa devletin, vatandaşlarını dinî inançları dolayısıyla dışladığı hâllerde ortaya çıkan Kozmopalitanizm, en trajik örneğini Roma İmparatorluğu’nun beklenmedik bir şekilde suratının üstüne yere çakılmasında oynadığı rol ile göstermiştir. Bu son derece yıkıcı bir tesir yaratmıştır. Çünkü; kozmopolitanizm “belirli bir vatan” fikrini reddeder. Anarşist Emma Goldman’ın ifâdesiyle, “vatanseverliği hürriyete yöneltilmiş bir tehdit” olarak görür ve ekstrem hâllerde, düşman, evinin eşiğinden içeri girmeğe teşebbüs etmediği takdirde, ona direnç göstermez. Bu Roma’da böyle olmuştu. Asırlarca Hıristiyan vatandaşlarına sırf Hıristiyan oldukları için zulmeden Roma -sonradan her ne kadar bu dini resmî din hâline getirmiş olsa da- vatandaşlarıyla arasındaki kalbî bağ kopmuştu. Öyle ki, 410 yılında Gotlar Roma’ya girdiklerinde sokaklardan dereler gibi kan akıttılar ama Hıristiyanlara dokunmadılar. Çünkü Roma’nın çift başlı kartalını kendileri için bir değer ve anlam ifâde etmez bulan Hıristiyan Romalılar Gotlara, kendilerine dokun-madıkları sürece onlara karşı mukavemet etmeyeceklerini bildirmişlerdi. Bilmem anlatabildim mi?
Şunu demek istiyorum. Bu ülkenin omurgası, asıl taşıyıcı elemanı olan milleti kozmopolitanlaştırırsanız, yarın bunun bedelini ödeyemezsiniz. Çünkü kozmopolitanların intikamı korkunç olur. Zira vatan, evlatlarından kan bedeli isteğinde vermeğe yanaşmazlar, devlet çatırdamaya başladığında, “zâten benim devletim değildi ki” derler. Nitekim işte şimdi bu gelenekten gelen bu ekip Türkiye’yi tasfiye ediyor. Öyle bir şekilde tasfiye ediyor ki (mesela Ali Bulaç anlamış olmalı herhalde), Türk halkı gözlerinin önünde oynanan trajediyi anlayamıyor. Türkiye’nin durumu bu değil mi? Bununla ilgili de ayrı bir yazı yazayım mı? Yoksa Kitap mı göndereyim?
Yandaş basın diye nitelendirilen basındaki köşe yazarlarının tümü milleti işte bu şekilde kozmopolitanlaştırmakla meşguldür. Bir Ahmet Altan’ı oku, bir Mehmet Altan’ı, bir Yasemin Çongar’ı, bir Mümtazer Türköne’yi oku. Ama sistemli oku. Göreceksin ki gerçekten bunlar bir stratejinin köşe taşları. Görevli insanlar.
ABD’nin yurdumuzda yaratmak istediği büyük değişime “açılım” diyen ve aslında bunun bir “Kürt açılımı” olduğunu inkar etmeyen ve “Kürt açılımının” mimarlarından olan, bizim camiamızın eski duayenlerinden Mümtazer Türköne’yi örnek vermek istiyorum. Ergun Babahan, Ayşe Hür gibi üçüncü, beşinci, onuncu dereceden yazarlar hiç önemli değil. Onlar ellerine tutuşturulan verilere göre teknik olarak yazıyorlar. Tam anlamıyla beşinci kol faaliyeti yürütüyorlar. Yoksa bu ülkenin çocukları kendi vatanları aleyhine bu kadar suçlamalarda bulunmazlar. Velev ki devlet bu cürümleri işlemiş olsa bile, gaz odalarında fareler gibi kendi vatandaşlarını yakmış olsa bile vatanları aleyhinde bulunmazlar.
Kürt açılımının mimarı, Turgut Özal’ın çevresini kuşatan “Yeni Osmanlıcı” ekibin içinde yer alan, Tansu Çiller’e danışmanlık yaparak kendisine kimlik arayan Mümtazer Türköne “Barış ve Geleceği Birlikte Aramak-Kürt Sorunu” adlı konferansının açılış konuşmasında şunları söylüyor:
“Hepimiz Kürd’üz. Türkiye’de yaşayan 72 milyon insan gibi ben de biraz Kürd’üm. Bir Kürt gibi düşünüyor, yaşıyor ve geleceğe bakıyorum. Ortada büyük bir Kürdistan haritası var. İsteyen rüya görsün, isteyen kabus. Artık bu gerçeklerle yüzleşmemiz lazım.”
Sabah Gazetesi’nde yayınlanan bir röportajında hızını alamayarak şunu söyleyebiliyor:
“Siyasi çözüm evresine girdik. Ana dilde dilekçe, referandumla bir kentin adını değiştirme hakkı verilebilir. Diyarbakır’ın adı “AMED” olabilir”.
Mümtazer Türköne yine hızını alamamış ve 4-6 Haziran 2006 tarihli Zaman Gazetesi’nde yazdığı “TÜRK KANI VE KANGAL KÖPEĞİ-ERGENEKON” başlıklı yazısında bak ne buyuruyor:
“Saf Türk kanı diye tek tip bir kan cinsi mevcut değildir. Bu topraklarda saf kan bir ırk ararsanız ancak Türk çoban köpeği olan Kangal’ı bulabilirsiniz. Şayet Türk milletini bir hayvanla sembolize etmek gerekirse, bu sıfata layık tek canlı, damarlarında yüzde yüz Türk kanı dolaşan asil Kangal köpeği olabilir. Türk milletinin tarih boyunca en büyük dostu, sürülerini koruyan ve sonuna kadar sadık kalan köpek olmuştur. Bu toplumun liderlerinde ve koruyucularından beklediğini de ancak Kangal karşılar”.
Aynı Türköne “Apo’ya paşa unvanı verelim, maaş bağlayalım, Türkbükü’ne sürgüne gönderelim” buyuruyor.
Burada Mümtazer Türköne’den bu mücadelenin bir prototipi olarak bahsettim. Diğerlerinin tümünü oku, Hüseyin Gülerce dahil, göreceksin ki hepsinin ortak paydası Amerikan beşinci kol komitacısı olmaktır. Yoksa Türk milletini niye bu kadar aşağılasınlar, niye bu kadar düşmanlık göstersinler, niye devlete düşman olsunlar. Keşke sana, okumaya tahammül etsen de, daha bir sürü örnek verebilsem. Mesela Obama Türkiye’ye geldiğinde “evin büyüğü geldi” diyenleri yazabilsem.
Değerli kardeşim, devlet, nihai tahlilde iktidar demektir. Vaktiyle devletin bir takım uygulamaları olmuşsa, bu uygulamaları bugün kalkıp ta anlayıp dinlemeden hatalı bulmak, o devrin şartlarını bilmeden bugün olmuş gibi eleştirmek, devleti suçlamak ve milleti devletine karşı kozmopolitan bir hale getirmek son derece tehlikeli girişimlerdir. Biraz okuyan, devamlı takip eden, düşmanını bilen elit tabaka yavaş yavaş bunu anlamaya başlıyor. Nitekim yine bizim yelpazenin önde gelen yazarlarından Ali Bulaç, Yeni Harman Dergisi’nin Kasım sayısında bak ne diyor:
“Ben bu telefon dinlemelerinin cemaatin insiyatifi ile olduğunu sanmıyorum. Cemaate sempati duyanlar bu işlerin içinde olabilirler, ama bence bu NATO merkezli bir operasyondur. Türkiye’nin bir başkalaşım geçirmesini öngören bir projedir. Türkiye Postkemalizm bir döneme girmektedir. Bütün eskiye dair kodları değişmektedir. Yeni ve daha katılımcı bir projedir. Buna dahil olamayacak bölümler tasfiye olmaktadır. ABD’nin lojistik desteği de çok kuvvetlidir hiç şüphe yok.”
Bilmiyorum görebildin mi? Ali Bulaç son derece mülayim bir üslupla anlatıyor. Devletin tasfiye edildiğini görebiliyor, ancak bu kadarını söyleyebiliyor.
Değerli kardeşim,
Yakında rahmetli olan arkadaşım, köylüm, değerli bilim adamı, filozof Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu şöyle bir ifade kullanmıştı: “Türk milleti halet-i nezdedir.” Yani ölüme yönünü dönmüştür. Allah esirgesin. Ama gerçek bu. Eğer elit tabaka, aydın tabaka şu anda bunu anlamazsa, millet kozmopolitan duruma gelirse, devletimiz Roma’nın akıbetinden kendisini kurtaramaz.
Daha çok yazmak isterdim. Okumaya tahammülünün olmayabileceğini düşündüğüm için yazmıyorum.
Umarım ki, benim bu konudaki görüşlerimin nerelerden kaynaklandığını anlamışsındır.
Sana en derin muhabbetlerimi sunuyorum sevgili kardeşim.
Kardeşin Mikdat
28.11.2010
Son Yorumlar