Aylık Arşiv: Ağustos 2011

UYARMAK VATAN BORCUMDUR 10

A’RAF’TA YAŞAYAN MÜNEVVERLER
Rahmetli Erol Güngör’ün çok sevdiğim bir sözü vardır: “Hayata ve olaylara şaşı bakan A’raf sakini aydınlar”… Ne kadar muhteşem bir ifade, değil mi?
Dün Libya devleti düştü. Libya’yı düşüren galip devletler şimdi ganimetin paylaşılması için birbirleri ile çekişiyorlar. 25 Ağustos 2011 tarihli Türk basınındaki ana konulardan biri bu.
Diğer konu ise; eski genelkurmay başkanı Işık Koşaner’e ait olduğu ileri sürülen ses bandı. “Komutandan acı itiraf” şeklinde veriyor basın.
İslam aleminin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin (devletin ismini böyle yazınca hayıflananlar var ha!) içinde bulunduğu savaşımın kilometre taşlarını bir bir yazmak gerekiyor. Yani tek tek hatırlatmak gerekiyor.
Libya düştü. Kaddafi’in sonunu ne olacağı meçhul. Mısır düştü. Devlet başkanı Mübarek yeni yönetim tarafından mahkemeye kafes içinde getiriliyor. İslam’a hakaret olsun diye.
Irak düştü. Saddam Hüseyin bir arife günü asıldı. Müslümanlar ders alsın diye.
Afganistan’da, Pakistan’da her gün onlarca insan öldürülüyor. Afganistan ve Pakistan düştü düşecek.
Suriye düştü gibi bir şey. Biliyor musunuz; Suriye düşerse Türkiye de düşer.
Kıbrıs’la ilgili 2012 yılında yapılacak yeni bir referandumla KKTC ortadan kaldırılacak. Kıbrıs tek devlet haline getirilecek. Bu yeni haliyle AB üyesi olduğu için de Türkiye güneyinden AB tarafından da kuşatılmış olacak.
Daha Yemen var, Tunus var… Sırada bilmem hangi İslam ülkeleri var. Tabii ki bazı aklı evvel Müslümanlar, bu ülkelerin diktatörler tarafından idare edildiğini, demokratikleşmeleri gerektiğini, Batılıların bu konudaki saldırılarının normal olduğunu söylüyorlar. Haçlı saldırılarını mazur gören, yani düşmanı haklı bulan Müslümanlar var. Bakarsanız yeni haberlere, rejimleri değiştirilen bu ülkelerde AKP gibi partiler kurulacakmış!

Aşağıya bir anekdot alacağım. Roger Garaudy’nin Çöküşün Öncüsü ABD eserinden. (Sayfa, 285-286)

“Ticareti ve endüstrisi olmayan halklar savaş yapmak mecburiyetinde değillerdir, fakat iş adamlarının oluşturduğu bir toplum, fetih politikası izlemek zorundadır. Savaşların sayısı, bizim üretici faaliyetimizle birlikte kaçınılmaz olarak artar. Endüstrilerimizden biri ürünlerini pazarlayacak yer bulamaz duruma düşer düşmez, bir savaşın buna derhal yeni piyasalar açması gerekir. O yüzden bu sene biz bir kömür savaşı, bir bakır savaşı ve bir pamuk savaşı yaptık. Üçüncü-Zelanda’da, halkın geri kalan kısmının bizden şemsiye ve pantolon askısı alması için nüfusun üçte ikisini öldürdük”.
Bizim aydınımız her gün “hümanizm” nutukları atarken, ne oluyor, savaş mı var, ne bu telaş, yere düşen kim, kimin yanındasınız, cephe savaşından kasıt nedir gibi sorular sorarken, Batı kültürünün mensubu milletler işte böyle düşünüyor ve düşündüğünü de yapıyoyr. Yukarıdaki düşünce bunu pek güzel ifade etmekte değil midir?
Roger Garaudy Anatole France’nin Penguenler Adası kitabından naklen vermektedir bu düşünceyi. Ve devamında bakınız Amerikan kongresinden bir savaş kararının nasıl çıktığını şöyle anlatıyor:

“Bu esnada, meclisin ortasında oturan iri kıyım bir adam kürsüye çıktı.
Cihanın bütün pazarlarındaki jambon ve sosis hegemonyamızı küstahça elimizden almaya kalkışan Zümrüt Cumhuriyeti hükümetine karşı bir savaş açılmasını istiyorum, dedi.
Kim bu kanun koyucu? Diye sordu Doktor Obnubile.
Bir domuz tüccarı.
Muhalefet eden var mı? Dedi başkan. Teklifi oylamaya sunuyorum.
Zümrüt Cumhuriyeti’ne karşı savaş el kaldırılarak yapılan oylamada ezici bir çoğunlukla kabul edildi.
Ne? Dedi Obnubile tercümanına; siz bir savaşı nasıl olur da bu kadar süratle ve böylesine lakaydilikle oylarsınız!…
Dert etmeyin canım! Çok olsa sekiz milyon dolara mal olacak önemsiz bir savaş bu.
Ya insanlar…
Sekiz milyon doların içine insanlar dahil.”

Bugün basında Libya’da ganimet paylaşımı başlığını görünce irkildim. Acaba Libya’daki muhalifler de bu ganimetin içinde var mı? Bir Müslüman ülkenin Hıristiyan alemi ile birleşerek vurduğu bir diğer Müslüman ülkenin Müslüman halkı da acaba ganimet olarak paylaşılacak mı?
Görüldüğü gibi ortalık toz duman. Dünya toz duman.
Ülkemiz toz duman. Vatan parçalanıyor. (Vatan kavramını kabul etmeyenler de var ha!). Asimetrik savaşın her türlüsü yapılıyor. Sahi, hiç düşündünüz mü; Işık Koşaner’in o ses kaydını kimler yaptı? Acaba Cumhurbaşkanımızın da, Başbakanımızın da birilerinin elinde ses kaydı var mı? Zamanı gelince kulanı-lacak mı?
Saddam Hüseyin’i hatırlayınız. Ta Kuveyt işgaline kadar ABD destekledi. Sonra bir arife günü idi asıldı. Bu acaba bizim münevver takımımızı uyandırmak için bir sebep olabilir mi?

Evet, Türkiye’de bir iç savaş vardır. Tartışmanın Faydası Yoktur, Bu Bir İç Savaştır. Bu saatten sonra düşmanın bu iç savaşı nasıl yürüttüğü ve Türkiye devletini kuşatarak sömürge haline nasıl getireceği ile ilgili teknik detayları tartışmanın faydası yoktur. Düşmanın İslam alemindeki uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Artık bunu da hala göremeyenler varsa, hala sırça köşklerde yaşayanlar varsa, onlara hiçbir sözümüz yoktur. Bu durum sadece kendisini münevver, pardon aydın yerine koyan insanların nasıl bir istikamet krizi içinde olduklarını gösterir. Ya da nasıl korkunç bir kozmopolitanizm içinde debelendiğini gösterir.
Ortada ne var, hayırdır neler oluyor gibi gaflet belirtisi düşüncelerin bize nasıl bir akibet hazırlayacağını düşünmek bile istemiyorum.
Düşman bütün köşe başlarını da tutarak, milletimizde akıl tutulması meydana getirmiştir. Akıl tutulmasına uğrayarak farkında olmadan düşman saflarına geçenler, ne var, ne oluyor diyenler kuşatmayı yarmada işimizi zorlaştırmaktadır. Çünkü askeri bilimler bakımından da, toplum bilimleri bakımından da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içinde bulunduğu durumun adı “asimetrik” savaştır. Kaidesi, kuralı yoktur. Artık, Anadolu’daki tabiriyle “at izi it izine karışmıştır”. Evet, bunun adı tam da İÇ SAVAŞTIR.

Türkiye’de oluşturduğu cunta ya da Amerikan Beşinci Kol Kuvvetlerini kullanarak, ordu ve yargı üzerinden Türkiye’yi parçalayıp Kürt devletini, diğer adıyla yeni İsrail devletini kurmak için müttefikimiz ABD, iç savaş çıkarmaktan hiçbir zaman çekinmemektedir. Kendi iç savaşında Kızılderilileri soykırıma uğratan, bütün dünyada milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, her türlü suikastı, cinayeti işleyen bu iki ruhlu “model ortak”ın diğer ruhunu anladıktan sonra, herhalde bu ülkenin geleneksel dostluğuna Türkiye devleti de, Türk milleti de ve hatta bütün dünya insanlığı da, hala güvenmeye devam etmeyecektir.
Bölgemizdeki Sünni üçgene kurtçuk sokan, Irak’ı işgal eden, ırk savaşlarından sonra mezhep savaşlarını çıkaran, Türk, Kürt, İranlı, Arap, Pakistanlı, Afganlı veya Sünni, Şii demeden bütün bölgenin milletlerini, dinlerini ve mezheplerini çarpıştıran ABD, gerçekte Türkiye’yi tecrit etmektedir. Etrafımızı boşaltmaktadır. Türkiye’den doğuya doğru, Afganistan ve Pakistan’a kadar uzanan bütün bölgeler her gün Amerikan bombaları ile sarsılmaktadır.
Bütün bunları fotoğrafın bütününe bakar görmek gerekmektedir. Bizim endişemiz bunlardır.
Hayata ve olaylara şaşı bakan A’raf sakini aydınlarımızı uyarmak bizim için görevdir.
Uyarmak vatan borcumdur.
Uyanınız.
Dua ile kalınız.
Mikdat Topçu
25 Ağustos 2011

UYARMAK VATAN BORCUMDUR 9

“Derin bir uyku içindesiniz. Rahatsınız, huzurlusunuz, memnunsunuz! Olup bitenleri görememenin, uyandırılacağınızı düşünememenin keyfini sürüyorsunuz.
Saadetinizin hep böyle devam etmesini, hiç uyandırılmamanızı isterdim.
Ama maalesef bir gün gelecek, siz de uyandırılacaksınız. Yazık ki o zaman, «Artık çok geç olacak!» Bir daha uyumak şöyle dursun, yatak bile bulamayacaksınız.
İşte o vakit, sizin hesabınıza üzülmek yine bize düşecek.
Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz. Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından korkuyorsunuz.
Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar, diyoruz, aldırmıyorsunuz.
Sözümüze kulak verirseniz tedbir almak gerekeceğini anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz.
Bir tek endişeniz var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.
Mücadeleden ürküyorsunuz. Öylesine ürküyorsunuz ki, sizin için yapılan mücadelelerle ilginiz olmadığını göstermek ihtiyacını duyuyorsunuz.
Memleketimizin bin bir davası var.
Nizamınızı yıkmak isteyen düşman kuvvetler sayılamayacak kadar çok. Diken üzerindesiniz.
Fakat dikenli bir yolda ayağınızı yaralamadan yürümenin mümkün olmayacağını unutuyorsunuz.
Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görmüşçesine, sırtınızı dönüyor, yeni ve eskiden daha derin bir uykuya dalıyorsunuz.
Canınıza kastedenler her geçen gün yatağınıza daha fazla yaklaşıyor, korunma imkânlarınızı gittikçe azaltıyorlar.
Hiçbir feryat sizi uyandıramıyor, tehlikeyi anlamanızı temin edemiyor Yaklaşan düşmanın ara sıra yumruğunu yiyor, hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor, şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra da sayın başınızı tekrar yastığa gömüyorsunuz.
Kurtuluş ümitlerine veda etmeden uyanmanızı istiyoruz.
İyi niyetimize akıl erdiremiyor, gayretlerimize yabancı kalıyorsunuz.
Hattâ biz olmasak daha rahat uyuyacağınızı sandığınız, bu yüzden bize düşman kesildiğiniz bile oluyor.
Yine de başucunuzda davul çalmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Gözünüzün açılması için ne mümkünse yapacağız.
Gafletten sıyrılmağa biraz da sizin çalışmanızı bekliyorsak, acaba haksızlık mı ediyoruz?
Galip ERDEM
3 Ocak 1963 / Yeni İstanbul Gazetesi”
Değerli Dostlar,
Bu yazı, görüldüğü üzere, 3 Ocak 1963 yılında yazılmış. Sanki bugünleri anlatıyor, değil mi? Bu yazının altına imza atmamak mümkün değil.
Yine bir yazısında rahmetli Galip Erdem şöyle diyor:
“Bizler davayı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk. Bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu. Ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkarmışız.”
Bunları “dava”sı olanlar için yazdım. Her satırını tek tek okunmanızı istirham ediyorum sizlerden. Her satırını!
Daha önce, bu yeni komuta kademesinin de yavaş yavaş yeni davalarla bıktırılacağını, çekilmeye zorlanacaklarını söylemiştim. Ta ki Türk Ordusu’nun başına Pentagon’dan, Pensilvanya’nın onayı ile yeni komutanlar atanıncaya kadar bu devam edecek demiştim. “Uyarmak Vatan Borcumdur 8” başlıklı yazımda bunu görebilirsiniz. Çünkü düşman, düşmanını diz çöktürünceye kadar, kendi emrine tabi hale gelinceye kadar tasfiye etmeye çalışır. Harbin ana kuralı budur.
Bakınız, malum yandaş basının hemen hepsinde, Yeni Şafak, Zaman, Star, Sabah, Taraf vs. hemen hepsinde şu andaki Kara Kuvvetleri Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu ile ilgili kampanya başlatılmış. Onu da yiyecekler muhtemelen. Sonra sıra diğerlerine gelecek. Sonra diğerlerine… Ta ki, hepsi tasfiye oluncaya kadar! Sarı Öküz olayında olduğu gibi!
Değerli dostlar, unutmayınız, bu doğrudan doğruya savaştır. Sizden bu yapılanların savaş olduğunu saklıyorlar. Gözünüzü sizin çok hassas olduğunuz konularla perdeliyorlar. Bu yüzden bir şey fark edemiyorsunuz.
Şu yukarıdaki yazıyı bir daha, bir daha okuyunuz lütfen. Tabii ki, derdi olanlara, davası olanlara söylüyorum. Belirli bir “vatan” fikrinden henüz vazgeçmemiş olanlara söylüyorum. Düşünmeyi sevenlere, rahatının kaçacağından korkmayanlara, yuvasının temeline dinamit konulduğunu şimdiden anlama kabiliyeti olanlara ve tabii ki, mücadele etmek gerektiğini anlayanlara, zahmete girebilecek olanlara söylüyorum.
Sözüm tehlikeyi görenleredir.
Uyarmak vatan borcumdur.
Uyanınız.
Dua ile kalınız.
22 Ağustos 2011

UYARMAK VATAN BORCUMDUR – 8

Değerli dostlar, Sevgili kardeşlerim, Aziz milletim.

Aktütün Karakolu’na saldırı yapılıp şehitler verdiğimizde bu olay üzerine “Aktütün Saldırısının Düşündürdükleri” başlığı altında iki makale yazmıştım. Orada şöyle söylemiştim[1]:

“Türk Milleti yüzyıllardır ağlıyor. İslam alemi yüzyıllardır ağlıyor. Doğu kültürü yüzyıllardır mağlup. Haber bültenlerinde hep bizim insanlarımızın gözyaşları var. Hep biz şehit veriyoruz. Hep bizim izzet ve şerefimiz ayaklar altına alınıyor. Türkiye’de, Irak’ta, Filistin’de, Pakistan’da, Afganistan’da, Kıbrıs’ta, Bosna Hersek’te… Hep bizim insanlarımızın feryatları var. Haber bültenleri adeta ölüm bültenleri gibi!

Sonraki Sayfa »