Size Göre De Vatan Tehlikede Mi?

Tarih boyunca hiçbir toplumun rahat rahat yerinde yurdunda oturması mümkün olmamış. Kendi toprağında istediği gibi hareket etmesi, üretmesi, tüketmesi, çoğalması, sevincini, üzüntüsünü, heyecanlarını istediği gibi yaşaması mümkün olmamış. Tarihin her devrinde milletlerin düşmanları olmuş. Milletlerin özgürce kendi hayatlarını yaşamasına düşmanları fırsat vermemiş. Televizyonlarda hayvan belgesellerini sanıyorum izlemeyen yoktur. Toplumlar da, tıpkı bu hayvan belgesellerinde olduğu gibi, biri diğerine musallat edilerek yok ediliyor. Ve gerçekten de anlıyoruz ki, milletlerin de bir ömürleri vardır ve bu ömür sınırlıdır. Çok çok, 120 yıl, 130 yıl ile sınırlıdır… En uzun ömürlü olan devletlerin bile ömürleri en çok 600 yıl sürmüş… Sonunda yine devletlerin yıkılacağı mukadder an gelip çatmış.
Evet, milletlerin de sınırlı ömürleri vardır. Günü gelince her millet tarihin sahnesinden çekilecek ve yerine, kendisine yine sınırlı bir ömür biçilen yeni bir toplum gelecektir.
Günümüzde de bu toplumlar arası boğuşma alabildiğine sürüyor. Kural aynı kural… Bu kuralın elbette ki istisnası vardır. Belki daha uzun ömürlü bir hayat sürülebilir… Nasıl! Eğer, toplumlar kendi kültür pınarlarını kendi elleriyle kurutmamışlarsa, daha uzun bir ömür yaşayabilirler.

Bence bu konunun sosyolojisini en iyi yapanlardan biri İbn-i Haldun’dur. İbn-i Haldun’u okudukça bugünkü problemleri ve çözüm yollarını insan daha iyi kavrayabiliyor. Bu sebeple İbn-i Haldun’dan aşağıdaki özeti alarak sonra bir değerlendirme yapacağım. Buna göre siz de lütfen yorumlayınız. Size göre de vatan tehlikede mi?

Bugünü anlamak için İbn-i Haldun’un devletlerin; kuruluş, gelişme ve çöküşü konusundaki düşüncelerini aktarmak istiyorum. Belki okumamış olan liderler veya başka yetkililer vardır. Belki sebep oluruz, birileri aklını başına toplar, kim bilir!
Bir millet yeni devlet kurduğunda bu devletin şu aşamalardan geçtiğini gözlemiş İbn-i Haldun.

“Kuruluş Devresi:

Her türlü karşı koymanın bastırıldığı, daha önce onu elinde tutan hanedandan zorla alınması devresidir. Ele geçiren grupta canlılık ve etkinlik en üst düzeydedir. Henüz geleneksel alışkanlıklarını yitirmemiş, mütevazı ve kanaatkârdır. Siyasi lider henüz kendisini vatandaşlarından ayrı tutmaz.

Otorite Devresi:

İktidarı elinde tutan lider kendi grubu üzerinde otoritesini tesis eder, mülkü ve nimetlerini kendisi için istemeye başlar. Grupta rakip olacak ileri gelenler yönetimden uzaklaştırılır, kendine bağlı itaatkâr kişiler yönetime gelir.

Rahatlık Devresi:

İktidarın meyveleri toplanır, servet genişletilir, şan ve şöhret ön plana geçer, kendini ölümsüzleştirecek eserler meydana getirilir. Siyasi liderin hem kendi grubunu hem de diğer grupları tam egemenlik altına aldığı dönemdir. Güçlü ordu, iyi çalışan sivil bürokrasi ve düzenli toplanan vergiler vardır.

Taklit Devresi:

Siyasi iktidar, atalarının bıraktıklarını yeterli görmeye başlar. En doğru yolun kendisine miras bırakılan yolu takip etmek olduğuna inanır. Taklitçilik ve gelenekçilik, yenileşmenin önünü tıkar.

Savurganlık Devresi:

Siyasi iktidar, atalarından kalan mirası arzu ve hevesine göre israf etmeye ve savurganlık yapmaya başlar. Devlet yönetimine ehliyetsiz kişiler geçirilir. Devletin çözülme ve yıkılma süreci başlar. Ordusunu, memurunu besleyemez ve giderlerini karşılayamaz hale gelir ve yıkılır.

İbni Haldun, devletin çözülmesinde dış faktörlerden ziyade iç etkenlerin öncelik taşıdığını kabul eder. Bununla birlikte devletin tümüyle ortadan kalkışı bir dış saldırıyla gerçekleşir. Devletin yıkılışındaki en temel sebepleri; Lider, Ekonomi ve Ahlak olmak üzere 3 temel başlık altında ifade eder.

Lider; devletin kurulma safhasında grubuyla ahlaki bir otorite ilişkisi içindedir. Zamanla otoritesini paylaşmak istemez. Liderin kibir, bencillik ve başkalarına hakim olma duygusu öne geçer. Ona göre siyasetin kendisi de “tek bir hakim” olmayı gerektirir.

Ekonomi; güç olarak iki temele dayanır : Asker ve Para. Devletin kuruluş safhasında fazla paraya ihtiyaç olmaz. Devlet büyüyüp geliştikçe yeni ihtiyaçlar paraya olan ihtiyacı da ortaya çıkarır. Koruyucu sınıfı ile yönetim arasında ücretlerin ve ihtiyaçların karşılanmasına paralel bir hoşnutluk ilkesi vardır. Yönetimin tek para kaynağı vergilerdir. Vergilerin akması içinse sağlam ve gelişen bir ekonomik yapı gerekir. İbn-i Haldun, ekonominin kendine has kanunları olduğunu belirtir ve “herhangi bir zorlama ekonomik hayatı alt-üst eder” der. Ekonomik gelişmenin bir üst sınırı vardır ve ondan sonra duraklama ve gerileme başlar. Tahrik edilen insani ihtiyaçların artma hızı, bunları karşılayacak kazanç ve gelirlerin artış hızından fazla olduğu için bir noktada yetersizlik başlar. Bu noktada Devlet, ya giderlerini kısmak ya da gelirlerini artırmak şeklinde iki yoldan birini kullanmak durumundadır. Ne yazık ki bu noktadan sonra bu iki yol da başarıya ulaşamaz. Rahatlığa alışmış olanlar kemer sıkamazlar. Devlet gelirlerini artırmak için ya var olan vergileri artırır ya da yeni vergiler koymak isteyebilir. Oysa vergi ile kazanç arasında tecavüz edilmemesi gereken sınır aşılırsa teşebbüs arzusu zayıflar. Vergide de gelir sağlayamayan Devlet, bu defa ekonomik hayata girmek ister. Üreticilerden mallarını değerlerinin altında almaya, tüketiciye fahiş karla satmaya çalışır. Bunun sonucu üretici üretimden, tüccar ticaretten vazgeçer. Tüketiciler şehirden kaçış yolları arar. Devlet bunun da fayda etmediğini görünce, önce yakınındaki varlıklı kişilerden başlayarak herkesin malına ve mülküne el koyar. Bu da vatandaşların yönetimden yüz çevirmesine, dış güçlerle ittifak yapılmasına, ekonomik hayatın durmasına ve devletin ortadan kalkmasına yol açar.
Ahlak; ilkesinin uygarlığın -ilimlerin, sanatların, şehir hayatının, zenginliğin, konforun, ince alışkanlıkların- gelişmesine paralel olarak bozulup bozulmadığı tarih boyunca tartışma konusu olmuştur. Eski Atina’dan başlayarak Rönesans’a kadar pek çok düşünür, ahlaki yozlaşmanın bir devletin çöküşünde önemli bir etken olduğunu savunur.
Berkeley; “Büyük Britanya’nın çöküşünü önlemek üzerine yazdığı düşüncelerinde, İngiliz halkının maddi heveslerinin artışından ve ahlaki niteliklerini kaybedişinden önemle bahseder. Kurtulmak için Hıristiyan ahlakının ilkelerinin yeniden saygınlığa kavuşturulması gerektiğini belirtir.”
Aynı şekilde Fransa’da J.J. Rousseau; “Uygarlığın gelişmesinin ahlakın bozulmasına yol açtığını” savunur.
Spengler; “Batının çöküşünü konu ettiği eserinde gelişmeyle birlikte ahlaki değer ve kurumların yozlaşmasından” söz eder. Örneğin; Yürek dili yerine, ilmi dinsizlik; saygı ve gelenek yerine, soğuk olgusallık; halk yerine, kitlesellik; gerçek ve canlı değerler yerine, para ve soyut değerler; Devlet ve Toplum yerine, milletlerarası toplum değerleri hakim olur. İnsanlar; kanaatkâr, dayanıklı, kendine güvenen, cesur, yardımsever, namuslu, dindar olmak yerine, haris, mağrur, korkak, tembel, bencil, müsrif, rahatına düşkün, dini değerlere lakayt hale gelirler. Doymak bilmeyen ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin edemeyenler, gayrı meşru yolları zorlar ve ahlaki değerleri yıkarlar.
Çözülme sürecinde Devlet bütün vatandaşlarına karşı adil değildir. Halk bireyselleşmiş, gayrı meşru ilişkiler yaygınlaşmış, din ve ahlak duyguları zayıflamıştır”

İbn-i Haldun böyle değerlendiriyor devletlerin çöküşünü.

Şimdi başlıktaki soruyu sorabilir miyiz? Size göre de vatan tehlikede mi?

Yukarıda bahsi geçen çöküş şartlarını zannediyorum şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti taşımaktadır. Bir karanlık döneme girdiğimiz kesindir. Gerçekten, kültürün, siyasetin, ekonominin tamamen savrulduğu, toplumun kökten sarsıldığı bir dönemdeyiz. İster doğru anlayalım, ister yanlış anlayalım, artık bu saatten sonra önemli değil. Sekiz eyalete mi bölü-nelim, adem-i merkeziyet mi sağlayalım, din mi değiştirelim, Büyük Ortadoğu Projesi içinde eriyelim mi, Haçlılara teslim olalım mı, hiç önemli değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çöküş akıbetine uğramaması tabii ki benim duamdır. Hayır! sadece dua’m değil, Vatan benim hayatımdır, canımdır. Bunun için Türkiye’nin bugünkü liderlerine, zinde kalmış güçlerine sitemimi ve ikazımı yapmak istiyorum. Herkes buna göre aklını başına toplamalıdır. Ve merak ediyorum, acaba bugün Türkiye’de zinde kalmış güçler idarenin kimlerin elinde olduğunu düşünmüyorlar mı? TBMM.’de verilen kanun tekliflerinin gerekçesine “AB. direktifi gereği” yazabilmek ne anlama gelmektedir? Ne demek AB Uyum Yasaları!
Bu ülkenin aydınları ve vatanını seven zinde güçleri, ülkenize acı bir son hazırlandığını anlamalısınız!
Ey Türkler! Bütün dünyadaki “çok kolay devlet kurma iradesi” ile meşhur Türk soyundan insanlar! Üç yüz yıldır düşmanlarınızdan kaçtığınızı, size Anadolu’yu vatan yapan şehitlerin mirasının elinizden gitmek üzere olduğunu, vatan toprakları üzerinde ne idüğü belirsiz ajanların cirit attığını, elimizde kalan son vatan parçası Türkiye devleti topraklarının taksit taksit satıldığını, bütün milli güçlerin tasfiye edildiğini, şirket tasfiye eder gibi devletin tasfiye edilmek istendiğini, kendi madenlerimizi işletemediğimizi, kendi toprağımıza pancar, tütün, fındık vs. ekemediğimizi, kendi topraklarımızdan petrol çıkaramadığımızı, kendi kardeşlerimizle sarmaş dolaş olmamıza dahi izin verilmediğini anlamıyor musunuz? Bu gelişmeler size bir şeyler ihtar etmiyor mu? Biliniz ki, sizler sahneye çıkmazsanız bu ülkenin çöküşünü önlemek mümkün olmayacaktır.
Ey binlerce yıllık mazisi olan silahlı kuvvetlerimizin bugünkü mensupları!
Paralı asker kullanmayan, yabancı kavimleri askere almayan, Malazgirt’in, Mohaç’ın, Niğbolu’nun, Çanakkale’yi geçilmez yapan 57. Alay’ın mensubu Türk ordusunun değerli komutanları!
Bu vatan size emanet değil mi? Vatanınıza bir Afganistan, bir Filistin, bir Bosna Hersek ve bir Irak sonunun hazırlandığını görmek gerekli değil midir? Bu gün Amerika’nın bize vuracağı zamanı bekleyen, vuracağı şekli hayal ederek, “Türk komandoları fare deliğine kaçtı” diye hezeyanlar dizenlerin televizyonlarda boy gösterdiğini, kitaplar yazdığını bilmiyor musunuz?
Türk Ordusu diyince bu milletin gönlünden neler geçtiğini bilmiyor musunuz? Hasan’ların, Ahmet’lerin, Ayşe’lerin, Fatma’ların haklarını, vatanlarını kim koruyacak? Avrupa Birliği politikaları ile, İMF politikaları ile doğmamış çocuklarımızın dahi borçlu olduğunu, insanlarımızın çöplerden yiyecek topladığını ve yurdumuzun ipotek altına sokulduğunu anlama gerekli değil midir?
Tanzimat’tan beri Batı’nın baskısı ile ülkemizde aslında asırlarca huzur içinde yaşayan azınlıklar bugün bile rahat yaşarken, her türlü haklara sahipken, kendi insanınızın, yani meşhur şu Büyük Türk Hakanlığı mensubu olan çekirdek milletin hiçbir hayat hakkı kalmadığını, onun bütün müesseselerinin çökertildiğini ve kendi öz kültürümüzün tarihin çöp sepetine atılmak istendiğini kavrama ferasetinden uzak bulunduğunuzu düşünmek dahi istemiyorum.
İçimize çöreklenmiş “topyekün savaş” tellallarının, “dinimizi değiştirmeliyiz” diyen ajan kılıklı insanların bin yıldan beri kavgalı olduğumuz düşman kuvvetlerin bugünkü uzantıları olduğunu görmezden gelemezsiniz!

Diyeceğim şudur ki; devletimizin yıkılacağı mukadder an gelip çatmışsa bir şey diyemeyiz. Ama Türkiye Devleti’ni idare edenlerde de asgari tarih şuuru yok mudur acaba! Acaba bu konuları okuma ve değerlendirme fırsatı bulabiliyorlar mı?

Allah’tan tekrar dileğim, vatanımızın korunmasında zinde kalmış güçlere akıl ve feraset vermesidir.

Eyüp, Mikdat Topçu 29.04.2004

Yorum Yap