İran’da Soluyor Çiçekler 1

 

İran’da Soluyor Çiçekler, 1987 yılında Belge yayınları arasında çıkan bir kitap.

Bu kitabı ülkemizin bu günlerini anlamak için çok önemli buluyorum. Bir daha, bir daha okumak istiyorum. Size de bazı bölümleri ile ilgili bilgiler vereceğim.

Kitap, Humeyni devriminin İran’da hayatı nasıl adım adım solgunlaştırdığını anlatmış.

İran’da Soluyor Çiçekler!

Çok anlamlı, değil mi?

Kitap, Humeyni’nin İran’da yaptığı devrimi anlatıyor. Yazarı Behman Nirumand. 1987 yılında çıkmış. Çeviren Kemal Kurt! Kemal Kurt, kitabın sonunda yazarla birkaç sayfalık bir mülakat da yapmış. O mülakatla ilgili de size bilgi vereceğim.

Behman Nirumand solcu bir kişi. Berlin’de felsefe, Alman ve Fars Dili-Edebiyatı öğrenimi görmüş. Şah rejimine karşı faaliyetlerde bulunduğu için SAVAK (İran istihbarat örgütü) korkusundan Almanya’ya kaçmış. Almanya’da uzun yıllar kalmış. Ve ülkesini özlemiş. Özlemini aşağıdaki satırlarla dile getirmiş. Bu müthiş bir vatan özlemiydi! Etkilendim. Ben de olsaydım aynı duyguları taşırdım. Şimdi onun vatan özlemini dile getirdiği aşağıdaki satırlarını sizinle paylaşacağım. Daha sonraki yazılarımda da kitaptan özetler paylaşacağım.

 

İran’da Soluyor Çiçekler

Sayfa, 5-6-7

“Buna mutlaka bir çare bulmalıydım. Gazetelere abone oldu, kitaplar, fotoğraflar ve hatta Tahran’ın en yeni haritalarını getirttim, her gün Tahra radyosunu dinliyor ve her yeni gelene yeni yapıları ve ne gibi değişikliklerin olduğunu soruyordum. Neredeyse her gece Tahran’da olduğumun düşünü görüyordum. Çocukluğumu geçirdiğim evdeydim. Önünde bahçesi, içinde kırmızı ve siyah balıkların yüzdüğü bir havuzu olan iki katlı bir evdi bu. Havuza çepeçevre çiçekler dikilmişti. Aralarında ilkbaharda huni gibi kırmızı çiçek açan8, sonbahara kadar da yemişlerinin olgunlaşmasıyla uğraşan bir nar ağacının da bulunduğu birkaç meyve ağacı vardı bahçede. Ailemiz, en çok boyu evin çatısını aşan bir kavakla övünüyordu. Kaç kez diğer çocuklarla bu ağacın tepesine tırmanmıştım! En üstteki dallarından komşumuzun evini görebiliyor ve yazın, okullar kapalıyken, komşumuzun iki kızını yüzerken gözetleyebiliyorduk

Bu evin ve diğer çocuklarla hırsız-polis oynadığım çevredeki cadde ve dar sokakların düşünü görüyordum. O zamanlar taksilerden başka faytonlar da vardı bizim orada. Sürücüsüne belli etmeden faytonun arkasına biner, oı bizi görüp de kamçısıyla küfür ederek kovuncaya kadar bir müddet böyle giderdik.

Kentin kuzeyindeki dağları düşünü görüyorum. Susuzluğumu giderecek bir kaynak suyu buluncaya kadar kayalıklara tırmanır, karşıma bir çağlayan çıkarsa soyunup suyun altında yıkanır, serinlerdim. Yüksek bir kayanın üzerine oturur, kenti uzaktan seyrederek hafif bir meltemin nağmeleri eşliğinde bir tek vadideki köpeklerin havlamasıyla bozulan bu hoş sessizliğin tadını çıkarırdım.

Ama düşlerim ne kadar güzel başlarsa başlasın bir karabasanla sona eriyordu. Nerede olursam olayım, dağlarda, sokaklarda veya evimizde, izleniyordum. Gizli istihbarat örgütünü memurları beni tutukluyordu. Hapishaneye götürülüyor, korku ve kan ter içinde uyanıp da güvenlik içinde olduğumun sevincini duyuncaya kadar işkence ediliyordum.

Bu sürgündeki yaşam ne zaman sona erecek diye sorup duruyordum kendi kendime.”

Yorum Yap