Çok değerli okuyucu,
Bir yazımda “kozmopolitanizmi anlatmıştım. Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışında vatan savunmasını reddeden veya ilgilenmeyen, belirli bir vatan fikrini reddeden, vatanseverliği hürriyetlere yöneltilmiş tehdit olarak gören Romalıların, düşmanları kapılarının eşiğinden içeriye girinceye kadar ses çıkarmadıklarını ve Roma’nın Gotlar tarafından yıkıldığını, koca Roma İmparatorluğu’nun burnunun üstüne nasıl çakıldığını anlatmıştım. (Uyarmak Namus Borcumdur 2)
Bu düşünceleri yazmaktaki amacım, ülkemizde meydana gelen olayların milletimiz tarafından ciddiye alınması arzumdur.
Bakınız; Batılılar tarafından Afganistan işgal edilmiştir. Irak işgal edilmiştir. İran her gün tehdit edilmektedir. Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkeler baştanbaşa bunalıma girmiştir. Pakistan’da her gün ordu birliklerine saldırılmakta, karakollara saldırılmakta, suikastlar yapılmakta ve onlarca insan öldürülmektedir. Düşünen bir insan bu olayların Batı Medeniyetinin bütün gücü ile Doğu Medeniyetine saldırdığı anlamına geldiğini kolaylıkla anlayabilir. En basit ifadesi ile böyle düşünmek gerekmektedir.
Henüz Türkiye’de direkt olarak devlete karşı bizzat Batılılar tarafından saldırı yoktur. Şimdilik asimetrik savaş yöntemlerini tercih ediyorlar. Devlet iyice zayıflatılıp dize getirildikten sonra, ordu iyice zayıflatılıp vatanı savunamayacak hale getirilmesinden sonra artık direkt olarak saldırmaya başlayacaklardır.
Şimdilik gizli yöntemleri uygulamaktadırlar. Ordudaki, yargıdaki ve diğer önemli devlet kurumlarındaki zaafları öne sürerek bu kurumlar zayıflatılıyor. Bu kurumlardaki yanlışlıklar her gün anlatılarak vatandaşımızı şaşkına çevirip yanlarına rahatlıkla çekiyorlar. İlk bakışta vatandaş da bu kurumların gerçekten yanlışlar yaptıklarını öğrendiğinde, propagandayı yapanların yanlarına geçmekte bir beis görmüyor. Ne kadar anlatmaya çalışırsak çalışalım, vatandaşa asıl meselenin ne olduğunu bir türlü anlatamıyoruz. Çünkü bizim elimizde bunu başarabilecek vasıtalarımız yok. Basın yayın ağına sahip değiliz. Düşman da bir güzel vatandaşımızın fikrini iğfal ederek yanına alıyor ve vatandaşımız, Roma örneğinde olduğu gibi, düşman kapının eşiğinden içeriye girinceye kadar bekliyor, sesini çıkarmıyor. Yani meseleyi anlayamıyor.
Konunun vahametini anlayanlar bir şekilde tasfiye ediliyor. Çünkü düşman içimizden birilerini, büyük bir kitleyi, yani hepimize ulaşabilecek büyük bir kitleyi yanına almayı başarmış, konuyu derinliğine anlayabilecek, muhalefet yapabilecek, karşı gelebilecek bütün unsurları tasfiye etmeye başlamıştır. Vatandaşlarımız bu konuda o kadar şaşkındır ki, bu konuyu bizim gibi düşünenlere “paranoya yapıyorsunuz” gözü ile bakmaktadır. Bu direnci mutlaka kırmak gerekir, vatandaşımızı mutlaka, ne pahasına olursa olsun uyandırmak gerekir.
Basınımızda bu tehlikeyi sezen bazı kalemlerin bulunduğunu görmek bizi sevindirmektedir. Aşağıdaki köşe yazısını bizim bu düşüncelerimizi doğrulaması bakımından çok önemli buluyorum. Habertürk’te 08.03.2011 tarihindeki köşe yazısında Ece Temelkuran’ın bizim endişelerimizi aynen duyduğunu görmek yüreğimize biraz ferahlık vermektedir.
Bu yazıyı anlamlı buluyorum. Ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Vakit geldi, gürültü yapmanın zamanıdır. Sokaklara alışmak gerekecek, artık belli oldu.
Belli oldu vicdan yok, utanmak yok, şirazesi patlamış bir hınçla geliyorlar üzerimize. Son düşünce kırıntısını yok edinceye, hepimiz boş gözlerle ve dilimiz dışarıda onların emirlerini bekler hale gelinceye kadar…
Önümüze attıkları ekmek için tüm kalbimizle şükredinceye kadar…
Gözlerinin içine bakmaktan korkup boynumuzu bükerek durana kadar…
Onurumuz, gururumuz, haysiyetimiz, omurgamız iyice bükülene kadar.
Üzerimize gelecekler.
Vakit geldi, hazırlanın.
“Yok artık, o kadarını da yapamazlar” dediğiniz şeyleri yapacaklar.
Şakşakçılarını bile “Bu kadarı da fazla” dedirtecek şeyler olacak.
Belli oldu, bundan sonra iyi haber gelmez mahkeme kapılarından.
Vakit geldi. Şahlandılar. Yöneticilerin bile yönetmediği bir zamana girildi.
KÜF GİBİ, PAS GİBİ…
Bir garip organizma ele geçiriyor şimdi ülkeyi. Küf gibi, pas gibi, rutubet gibi, için için…
Dizginleri yöneticilerin elinde olmayan başka türlü bir şey bu. Sinsiler, küf gibi, pas gibi, rutubet gibi sessizler.
Adlı adınca çıkmıyorlar ortaya yüzlerini göstermiyorlar.
Hayalet gibiler, etrafımız çoktan sarılmış. Kadrolarıyla, pusularıyla, yosun tutmuş sabırlarıyla geliyorlar.
Allahın adını pis ağızlarında geveleyerek, gözyaşlarını geviş getirerek geliyorlar.
“BAŞBAKAN BİLE DURDURAMAYACAK ONLARI”
Vakit geldi, sıkı durun. En büyük başkan Başbakan bile durduramayacak onları.
Çünkü yıllardır çevrelediler iktidar koltuğunu.
İktidar koltuğu hariç her yeri ele geçirdiler.
Tahta kurtları gibi ağır ağır…
O iktidar koltuklarında oturanlar biliyorlar: Koltukları havada duruyor, onların omuzlarında.
Kıpırdasalar düşerler.
Delikanlılığın, kabadayılığın, bitirimliğin sınırı da buraya kadar işte.
Vakit geldi, neyiniz varsa koyun ortaya. Beklediniz değil mi bunca zaman. Birileri, bir şeyler durdurur bu gidişi diye.
Öyle olmayacak. Anlamıyor musunuz, Ahmet’i alıyorlarsa, Nedim’i götürüyorlarsa, denizin sonuna gelindi. Kara göründü hanımlar beyler, kapkara, en kara, zifiri kara göründü.
Vakit geldi, nefesinizi uzun yola göre ayarlayın. Artık şaşırmayın, dona kalmayın hayretten.
Bundan sonra neler neler olacak. Şaka gibi olacak her şey her seferinde ve her seferinde çok ciddi olacak hepsi.
İnsanı güldürecek kadar saçma sorular soracaklar ve güldüğünüzde suratınıza yiyeceksiniz tokadı.
Tıpkı darbelerin küçük askerlerinin hep yaptığı gibi.
Her faşist her kahkahayı üstüne alınır çünkü.
Vakit geldi, toparlayın ağzınızı, ürkütmeyin faşist vakvakları
Vakit geldi. Eski hikâyeleri hatırlayacaksınız.
Babamın 12 Mart darbesinden sonra avukatlık yaptıtğı davalardan biriymiş. Bir öğretmene sormuş gazeteci Fethiye’de:
“Hocam turşu yapmak mı zordur, darbe yapmak mı?”
Öğretmen cevap vermiş:
“Turşu yapmak daha zordur. Çünkü turşu için vasıflı hıyar gerekir. Darbe için birkaç vasıfsız hıyar yeterlidir.”
Öğretmen böyle bir espri yaptı diye yıllarca hapis cezasıyla yargılanmış. Komik değil mi?
Bu komikliklerin hepsi işte bizim de başımıza gelecek, geliyor. İnsanın hiç de gülesi gelmiyor.
Vakit geldi. Rakı bardaklarını kaldırıp içerideki arkadaşlarımız için içeceğiz. Dışarıda olduğumuz her günü suçlulukla yaşayıp, güldüğümüz her seferinde dudağımızı kırıp onları hatırlayacağız.
Telefon numaralarını çevirdiğimizde buz gibi bir kadın sesi “Aradığığnız numaraya şu an…” diyecek.
Artık arkadaşlarımıza ulaşamayacağız.
Çünkü vakit geldi.
Vakit geldi. Artık bağır bağır bağırmanın zamanı. Çünkü hava kurşun gibi ağır. Yeter artık: Bağır bağır.”
Sayın yazar bu saldırıyı sadece bir Cemaatin yaptığını ima etmektedir. Hükümetin de eğer tedbir almazsa artık bu saldırı ile başa çıkamayacağını anlatmaya çalışmaktadır.
Düşüncelerimi sizinle devamlı paylaşıyorum. Malum Cemaat bu saldırı da Batılı saldırganlar tarafından kullanılmaktadır. Bu sebeple saldırı doğrudan doğruya tarihi misyonu olan, arkasında büyük devlet güçlerinin bulunduğu, sonucunda sıcak çatışmaların yaşanacağı, büyük harbin yaşanacağı bir saldırıdır.
Bu konuyu bu şekilde anlamayan, tedbirleri buna göre almayan devlet adamlarımız tarihe karşı ve milletimize karşı bunun hesabını veremezler.
İçinde bizim samimi çocuklarımızın da bulunduğu malum Cemaat, hiçbir dini düşünce ile içinde bulunduğu durumu açıklayamaz. Düşmanla işbirliği yapmanın, vatana ihanet etmenin hesabını Allah’a, tarihe ve milletimize veremez.
Allah esirgesin, devlet çökerse hep birlikte altında kalırız. Türk milleti böyle bir zaafı yaşarsa, böyle bir çöküntüyü yaşarsa, beş yüz yıl sonra bile toparlanıp yeniden devlet kuramaz, tarihin sahnesine çıkamaz.
Bunun için, bütün yetkilileri uyarıyorum, bütün Cemaat üyelerini uyarıyorum, bütün vatandaşlarımı uyarıyorum. Durum ciddidir, hatta vahimdir.
Uyanınız.
Bütün vatanseverler birleşiniz.
Dualar ediyorum.
Mikdat Topçu
09.03.2011
0 Yorumlar.