21. Yüzyıl Haçlı Saldırılarını Önlemenin Şartları

 

 

Hiç düşündünüz mü ülkemizin ve İslam âleminin problemleri neden bu kadar çoktur? Türk Milleti niçin Çin Seddi’nden Viyana’ya kadar uzanan topraklar üzerinde 2200 yıldır yaşama mücadelesi vermektedir? Bu engin, bu uçsuz bucaksız coğrafya üzerinde hâkimiyet kuran ve bu coğrafya üzerinde yaşayan bir düzineden fazla millete altın çağlar yaşatan, yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi bu millet, neden üç yüz yıldır buhranlarla karşı karşıyadır? Bu kadar ilerlemeden sonra, bu kadar büyük zaferlerden, mücadelelerden sonra Türk Milleti neden Anadolu Yarımadası’na çekilmek zorunda kalmıştır?

 

İslam coğrafyasının neden baştanbaşa emperyalist güçlerin kontrolü altında olduğunu, barış ve demokrasi kültürünün, insan haklarının, hatta hayvan haklarının en şiddetli bir şekilde savunulduğu günümüzde bizim coğrafyamızın insanı neden emperyalistlerin dipçikleri altında cehennem hayatı yaşamakta olduğunu hiç düşündünüz mü? Coğrafyamız neden adaletsizlik, zulüm, sefalet, yokluk ve cehalet altında inlemektedir?

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüz yıllarca bir arada yaşamış olan Doğu kültürünün mensubu milletler, imparatorluğun yıkılmasıyla dağılmıştır. Sistemli Haçlı saldırıları sonrası coğrafyamız lime lime edilmiştir. Batılıların kurmay aklı, ilmî metotları karşısında Doğu medeniyeti kendini savunamamıştır. Bu güne kadar da bu savunma gücünü hala elde edememiştir.

 

Endülüs’ü haritadan tamamen silen Batılı emperyalistler, Türk İslam coğrafyasını baştanbaşa istila etmek için 21. Yüzyıl Haçlı savaşlarını yeniden başlatmışlardır. Batı, bütün gücünü seferber ederek, Orta Çağ’da olduğu gibi yönünü yeniden Doğuya çevirmiş bulunmaktadır. Vaktiyle Papaların kışkırtmasıyla yirmi devletin birden Doğuya doğru harekete geçtiği gibi, bugün de aynı güçler yeniden harekete geçmiştir. Batılı emperyalistler bütün güçleriyle Doğunun üzerine fütursuzca yürüyor. Türk İslam coğrafyasının kontrolünü tamamen ellerine geçirmek isteyen, coğrafyamızı bütünüyle işgal etmek için planlar yapan, coğrafyamızı kan gölüne çeviren, Doğu medeniyetinin coğrafyasını baştanbaşa işgal eden Batılı güçlerin mutlaka durdurulması, geriye itilmesi gerekmektedir. Açıkça 21. Yüzyıl Haçlı savaşları yapan emperyalist güçlerin başlattığı bu kanlı işgalin kaldırılabilmesi için, Doğu medeniyetinin düşmana karşı direnme kültürünü yeniden kazanması gerekmektedir.

 

Emperyalist güçlerin önünde en büyük engel, tarihte olduğu gibi, yine Türk Milleti’dir. 1000 yıldır defalarca yapılan Haçlı saldırılarına Türk Milleti kahramanca direnmiştir. Kültür birliğimiz olan coğrafyayı yüz yıllarca Türk Milleti savunmuştur.

 

Türkiye Cumhuriyeti devleti bu görevi bu gün de yapabilir mi?

 

Türkiye jeopolitik ve Jeostratejik açıdan önem taşıyan büyük ve güçlü bir ülke. Bu büyüklüğe rağmen; Avrupa Birliği, ABD, NATO, Gümrük Birliği, Kıbrıs, Güneydoğu meselesi, Suriye meselesi ve benzeri bir düzine iç ve dış dinamik karşısında bocalıyor. Eski kuvvetli günlerimize sahip olmak için zaman zaman yaptığımız hamlelerin hiç biri sonuç vermiyor. Türk Milleti, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrası  Haçlılar karşısında mağlup olmuş, geri çekilmiştir. Ve Türk Milleti emperyalizmin yeni saldırılarına  karşı direnme konusunda hala kararsız ve çözümsüz bulunmaktadır.

 

Türklerin, Batı emperyalizmi karşısında yüz yıllardır çözümsüz kalışının sebepleri artık bilinmektedir. Türk Milleti’nin kurduğu büyük devletlerin Türk İslam alemini bütünüyle kucakladığı dönemlerde Batılı güçler bu coğrafyada bir varlık gösterememişlerdi. 2200 yıllık Türk ilerleyişini Batı ancak 20. Yüzyılda durdurabilmişti. Türk ilerleyişinin durdurulması Türk İslam coğrafyasının bütünüyle sefalete düşmesine, coğrafyamızın tamamıyla emperyalizmin çizmeleri altında kalmasına sebep olmuştur.

 

Batılılar, kendi kültür ve medeniyetlerinin yayılması, kendilerine ait olduğunu düşündükleri Türk İslam memleketlerinin topraklarını geri almak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamaktadır. İlimde, kültürde, sanayide ilerlemiş, her türlü buluşu da yaparak ellerine büyük fırsat geçirmiş bulunmaktadırlar. Her türlü saldırıyı yaparken aslında kendi topraklarını savunduklarını ileri sürmektedirler.

 

Bakınız Rene Grousset Batı medeniyetinin Haçlı saldırılarını meşru göstermek için nasıl bir analiz yapıyor: (Yılmaz Öztuna-Türkiye Tarihi-L.Empire du Levant, Sayfa 8-11)

İki asırdan fazla bir müddet zarfında (VII. Ve IX. Asırlar) Bizanslılar, Anadolu platosunu Arap istilalarına karşı olsun koruyabilmek için, sert bir mücadeleye giriştiler. Bu mücadele bugün biraz karanlıkta kalmış olmasına rağmen, Avrupa medeniyetinin istikbali için, birinci derecede mühim bir hadise idi. Eğer Bizans seddi yıkılsa idi ve Müslüman fethi 1453’te değil 673 veya 717’de gerçekleşse idi, henüz rüştünü idrak etmemiş olan Avrupa’nın hali ne olurdu? Hiçbir Rönesans hareketi mümkün olmaz, Avrupa, Yunan kaynağından kesilmiş bir vaziyette düşerdi. Bizans dahi, bir an acıklı savunma dakikaları yaşamış olmasına rağmen, X. Asırda, parlak medeniyetin beşiği idi; ordusunu düzenlemiş ve mukabil taarruza geçmişti. Bu mukabil taarruz, Nikeforas  Phocas, İoannes Tzimiskes ve II. Basileus ile, Kuzey Suriye’yi kazandı; büyük Antakya şehri, Urfa Mezopotamya’sı ve Ermenistan, bu Bizans fütuhatına dahildi. Bununla beraber bu yeni Roma fütuhatı, sağlam olmaktan ziyade parlaktı. XI. Asır ortalarında, birincisinden daha ağır olan ikinci Müslüman istilası karşısında çözüldü. Bu istila, Selçuklu Türklerinin fütuhatı idi. Araplar ancak Suriye’yi, Mezopotamya’yı ve Mısır’ı Yunanlılıktan kurtarmışlar ve yeniden Samileştirmişlerdi. Türkler ise, Küçük Asya’nın en büyük kısmını Yunanlılıktan ayırdılar ve Turanileştirdiler. 20 yıldan daha az bir müddet içinde, 1064’ten 1081’e kadar, Anadolu yarımadası, yeni bir Türkistan oldu. Avrupa’nın sınırları Ermenistan’dan Boğaziçi’ne çekildi. Türkler, İznik’te idiler. 1453, 1081’de gerçekleşiyordu. Batının müdahalesi, kaderi değiştirdi. Bozulan Bizans’ı takviye etmek, Asya’yı Avrupa’dan kazandığı yerlerden geriye itmek için Batı, harekete geçti. Bu, Haçlı Seferleri şeklinde tezahür etti. Demek istiyorum ki, Haçlı Seferleri, ne saf ideolojik bir teşebbüs, ne de fütuhat savaşları olarak telakki edilemez. Haçlı Seferleri, Asya’nın tehdidine karşı, Avrupa’nın savunma refleksini gösterir. Bu bakımdan, İskender’in teşebbüsüne ve Partlar’a karşı Trajan’ın, Sasanilere karşı Heraclius’un seferlerine benzer. Maksat Batı’nın müdafaası idi!

Batı ile Doğu arasındaki münasebetlerin tarihi, büyük ilerleme ve itilme hareketlerinin tekerrüründen ibarettir.

-Asya’nın ilerleyişi, Med harpleri ile durdurulur.

-Sonra Makedonya ve Roma karşı taarruza geçer.

-VII. Asırda Müslüman ilerleyişi vardır.

-X. Asırda Bizans’ın karşı taarruzu vardır.

-XI. Asırda Selçuklu Türklerinin ilerleyişi XII. asır HAÇLI SEFERLERİNİ  doğurur.

Osmanlı Türklerinin Bursa’dan Viyana’ya uzanan XIV.Asırdan XVII. Asra kadar olan ilerleyişi, 1912’de nihayet Edirne’ye kadar çekilmeleri ile neticelenir.

Yenilmiş ve Asya tarafından kıtasında tehdit edilmekte olan Avrupa, denizlerin hakimi olması yüzünden, Asya’ya karşı dönmek ve zararını telafi etmek imkanını bulmuştur”.

 

Evet, Doğu ve Batı medeniyeti arasında Milattan önceki yıllardan beri saldırılar, savaşlar, gel-git olayları hep yaşanmıştır. Toplumlar, “ileri gitmek” veya “geri çekilmek”, düşmanlarını yok ederek kendi medeniyetlerine daha geniş yaşam alanları kazandırmak, düşman tehlikesini ortadan kaldırmak için tarih boyunca savaşmışlardır.  Bu tablo yukarıdaki alıntıda aslında çok güzel dile getirilmiştir. Toplumların bu türlü tarihi gel-git faaliyetleri bu günde birebir yaşanmaktadır.

 

Görüldüğü üzere Türk Milleti’nin Anadolu’yu vatan yapma teşebbüsünü Batı, Haçlı Seferleri ile kırmak istemiştir. 11. Yüzyılda başlayan Türk ilerlemesini Batı ancak 20. Yüzyılda durdurabilmiştir. Türk Milleti’nin ilerleyişinin durdurulabilmesi ancak, Türklerin Doğudan darbe alması ile mümkün olabilmiştir. Moğol istilası, Ankara Savaşı, Türk İran savaşları sürekli Batılıların işine yaramıştır. Çünkü Doğudan darbe almayan Türkleri Batı asla yenemezdi. Ve hazindir ki günümüzde de Doğudan aynı darbeleri almaya devam ediyoruz. Batının, PKK problemini sürekli gündemde tutması, PKK ve benzeri terör örgütlerinin Batı tarafından sürekli desteklenmesinin amacı Türk Milleti’ne doğudan darbe vurmaktır.

 

Batı, yüzyıllarca tebaamız olarak bizimle birlikte yaşayan azınlıkları da çok güzel kullanmıştır, halen kullanmaya devam etmektedir.

 

Batı’nın Kıbrıs politikası, Ermeni politikası, Kürt politikası ve Arap Baharı adı altında İslam coğrafyasının bütününü hedef olarak yürüttüğü siyasî ve askeri harekâtının asıl ve nihaî hedefi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.  Ve en önemlisi; Balkanlarda vaktiyle bizim tebaamız olarak yaşayan, bugün de bizimle kültürel bağları bulunan, mutlaka bu bağların devam etmesi gereken Bosna-Hersek, Makedonya ve Batı Trakya’daki toplulukların zamanla asimile edilerek bizden koparılmak istenmesi, Türkiye’nin Batıdan da kuşatılması anlamını taşımaktadır. Batı’nın, tarihi süreç içinde yürüttüğü bu yeni manevralarının mana hedefi artık anlaşılmış olmalıdır.

 

– Nasıl önce Asya’nın saldırısı Med savaşları ile dengelenmiş ve akabinde Makedonya ve Roma karşı taarruza geçmişse,

– Nasıl yedinci yüzyıldaki Müslüman ilerleyişini Bizans kesmiş ve karşı taarruza geçmişse,

– Nasıl Selçuklu ilerleyişini HAÇLI SEFERLERİ durdurmuşsa

– Ve nasıl Osmanlı ilerleyişini yine HAÇLI SALDIRILARI ve Batı ittifakı durdurmuşsa;

bugün de “tarihsel ve toplumsal gel-git olayı” nın yeni bir süreci aynen yaşanmaktadır. Daha açık bir ifade ile Batı, Osmanlı ilerleyişini durdurup Osmanlı’yı Edirne’ye geri çekilmeye mecbur ettikten sonra, şimdi de kendi güvenliğini sağlamak için karşı taarruza geçmiş bulunmaktadır. Bunu böyle anlamak ve yorumlamak gerekir. Batının bu hedefini anlamak, yorumlamak, karşı tedbirleri almak hem Türk Milleti için, hem de İslam âlemi için hayatî önem taşımaktadır. Çağımızda halen yaşanan sıcak ve soğuk savaşların elbette bir hedefi vardır. İşte bu tarihi manayı ve mesajı alamayan toplumlar ve onların yöneticileri, farkında olmadan kendi ülkelerinin mukadder sonunu hazırlamış olmaktadırlar.

 

Türk ve İslam âleminin idarecileri, elitleri, aydınları muhakkak surette Batının halen yürüttüğü 21. Yüzyıl Haçlı saldırılarının hedefini anlamalıdır. Haçlıların hedefindeki Doğu medeniyetinin bütün idarecilerinin hain ve satılmış olduklarını düşünmüyorum. Sadece toplumsal geri kalmışlık, siyasî iradesizlik, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içerisinde bulunmaktadırlar.

 

Bu sorun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin liderleri, aydınları için de geçerlidir.

 

  1. Yüzyıl Haçlı saldırıları karşısında, özellikle Türk Milleti’nin, içinden mutlaka çağı yeniden yorumlayacak liderleri çıkarması gerekmektedir. Lider deyip geçmemek gerekir. Fatih olmadan İstanbul’un fethini, Mustafa Kemal olmadan İstiklal Savaşı’nı hayal edemezsiniz.

Haçlı saldırılarının mana ve hedefini anlayacak, bu savaşlara en seri ve en ideal şekilde toplumunu hazırlayacak, kaçınılmaz şekilde Haçlıların muhatabı olan coğrafyamızın bütün toplumlarının bu savaşları göğüsleyecek şekilde yeniden organize edecek yeni liderleri arasından çıkarması şarttır.

 

Türkiye Jeostratejik Oyuncu Olabilir Mi?

 

  1. Yüzyıl Haçlı saldırılarını önlemek için Türkiye Cumhuriyeti Devleti mutlaka “Jeostratejik oyuncu” olmalıdır. Batının tehdidi altındaki bütün Türk İslam âleminin önünde “oyun kurucu” bir devletin bulunması şarttır. Bu devlet Türkiye’den başkası olamaz.

 

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra bu coğrafyadaki hâkimiyet Batının eline geçmiştir. Batı, bütün enerji kaynaklarının denetimini eline almıştır. İdaresini eline geçirdiği ülkelerde işleri yolunda gitmiştir. Ama idaresini eline geçiremediği yerlerde savaş çıkarmakta, kan akıtmaktadır. Bu şekilde denetimi sağlamaya çalışmaktadır. Afganistan’da, Irak’ta, günümüzde Suriye’de sürdürülen savaşın anlamı budur. Afrika kıtasının Müslümanların yaşadığı bölgelerinde sürdürülen savaşların anlamı budur. Ve bu savaşlar gelecekte İran’ı, Pakistan’ı, çok daha önemli olarak da Türkiye’yi de içine alarak büyüyecektir.

 

Gerçekten de Türk İslam âleminde “oyun kurucu” güç henüz yoktur. Osmanlı Devleti’nin varlığının sona ermesiyle İslam âlemindeki dağınıklık had safhaya çıkmıştır. Sınırları cetvelle çizilen bölgemiz ülkelerinin bütün kurumları kırılgan olmuş, zayıflamış, aydın kesimin yaratıcılığı bastırılmıştır. Halkın birliği parçalanmış, etkili sivil toplum kuruluşlarının bazıları saldırgan emperyalist ülkelerin kontrolüne girmiştir. Osmanlının liderliğini kaybetmekle İslam âlemi paralel olarak yaygın bir durgunluk dönemine girmiştir. Batıdaki pervasız, cazip, sınır tanımayan yaşam tarzı, bizim coğrafyamızın insanının itikadını da zayıflatmıştır. Artık kişisel olarak insanlarımız zevklerinin inanılmaz esiri olmuş ve bu sebeple hiç kimse hayatını sınırlamak istememektedir. Böylece seçkinci aydınların popülist yaklaşımları artmaktadır. Emperyalist dünyanın kamçıladığı tüketim hırsı, şehvet düşkünlüğü vatan sevgisini çürütmekte, inançları zayıflatmakta ve insanlığı sürü haline getirecek şekilde her türlü manevi yaklaşımdan yoksun bırakmaktadır. Hayatlarını seve seve vatanları uğruna feda edebilecek olan bizim insanımız bile dünyevileşmekten kendini alamamaktadır.

 

Aydın kesim; üretici olmaması, kendisine ayrıcalık istemesi, gittikçe fikren sığlaşan halk kesimlerinin isteklerine göre kendilerini tanımlamaları, halkın isteklerine göre nabza şerbet vermeye başlamaları, Türk Milleti ve diğer Müslüman milletlerin kendilerini siyasi olarak nasıl tanımlayacakları konusunda tereddütler doğurmaya başlamıştır. İslam âleminin aydınları, Batının yaşadığı ve devamlı olarak bütün dünya insanlığına sunduğu modernizm ile Batının bizzat yaşadığı güncel deneyimleri kendi düşünce aleminde bir türlü mezcedememiştir. Batı medeniyetini ve Batının stratejilerini kavrayamama, böylece İslam dünyasının geleceği ile ilgili belir-sizlikleri artırmaktadır. Doğu kültürünün aydını Batının hâkimiyetinin nasıl aşılacağı konusunda ilmi arayışları denemeden, derin tefekküre girmeden, dogmatik, demagojik yollara sapmaktadır. Bazen de uzun süren propaganda sonucunda Batının değerlerini modernizm olarak görüp, bu değerleri ister istemez içine sindirerek kendi toplumu tarafından tanınmaz hale gelmektedir. Çünkü küresel iletişim araçlarını kendisi bulmadığı için bu araçları bulan ve iyi kullanan Batı kültüründen beynine darbe yemektedir. Böylece kendisindeki emperyalizm yanlısı değişimi anlamakta güçlük çekmekte ve zamanla Batının uyguladığı kitle eğitimine yenik düşüp, farkında olmadan Batılılaşmaktadır. Özellikle Türkiye aydınının bu prototip davranışı Türkiye Cumhuriyeti’ni Batı karşısında tecrit etmekte ve kendi ülkesini geri bırakmada çok olumsuz bir rol oynamaktadır. Hâlbuki Batı karşısında vaziyet alabilecek en keskin kültür Türk aydınının kültürü ve en tecrübeli kültür Türk milletinin kültürüdür. Haçlı saldırılarını göğüsleyecek çapta tarihî, siyasî, askerî birikim Türk Milleti’nde vardır.

Halen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yere ve zamana göre tespit ettiği güçlü, bağımsız, egemen ve bölgesine hakim olacak şekilde geliştirdiği stratejileri var mıdır? Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti Jeostratejik oyuncu olabilir mi? Bunun hazırlıkları var mıdır? Böylesine büyük bir potansiyeli taşımasına rağmen, Türkiye yöneticilerinin zaafları devletimizin 21. Yüzyıl Haçlı saldırılarını göğüslemede gerekli hazırlığı yapmasında büyük engel teşkil etmektedir.  Bir devletin elbette müttefiklere ihtiyacı vardır. Ancak, Türk İslam âleminin öncüsü bir millet olarak, seçtiğimiz Batılı müttefiklerle, deniz aşırı müttefiklerimizle, gerçekten ortak paydalarımızın, ortak menfaatlerimizin olup olmadığını liderlerimiz henüz tam olarak anlamış değildir. İlişkilerimiz daima kuvvetli müttefik karşısında ikinci planda kalan, ne istenirse kusursuz bir şekilde emre amade olan, idarecilerimizin kuvvetli müttefiklerin idarecilerini kutsadığı, azatsız emir erleri haline geldiği bir ilişkiler zinciri içinde sürdürülmeye devam etmektedir. Bu da devletimizin Jeostratejik oyuncu olması sürecini uzatmaktadır.

 

600 yıl Avrasya’yı idare eden Türk Milleti’nin 300 yıllık geri çekilişinden sonra şimdi, 21. yüzyılda gerçekten zengin, kalkınmış, kuvvetli müttefiklerin, büyük savaşların galip devletlerinin tasallutundan kurtularak kendisine yeni bir perspektif çizme imkânına sahip olması mümkün müdür? Türkiye Devleti, tarihteki “Kural Koyma” nöbetini yeniden devir alabilir mi?

 

Bağımsız, egemen ve büyük devlet olma stratejisi izleme, büyük müttefiklerin, ideolojik hedefleri olan kuvvetli müttefiklerimizin ve komşularımızın kural tanımaz hedeflerini boşa çıkarma konusunda devlet ricalimizin yeterli kabiliyet, kapasite ve hür iradeleri henüz bulunmamaktadır. Türk İslam âleminin liderleri henüz bu tarihî görevin manasını kavrayamamışlardır.

 

Netice olarak şunu ifade etmek gerekir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve İslam aleminin liderleri, Arap Baharı veya başka adlar altında yürütülen 21. Yüzyıl Haçlı saldırıları karşısında uyanıp hatalarını terk etmesi ve bu saldırıları göğüsleyecek yeni tedbirler alması ile bağımsızlıklarını sağlayabilirler. Geleceğimizi ancak böyle kurtarabiliriz.

İnanıyorum ki, öncelikle Türk Milleti, Batılıların bölgemizde yaptığı kuşatmayı yaracaktır. Bu orantısız kuvvet dengesi karşısında yeni dengeleri Türk Milleti mutlak surette kuracaktır. Batılı emperyalistler, yeni kural koyucu olarak, yeni STRATEJİK OYUNCU olarak Türk milletinin tarihin sahnesine çıktığını anlayacaktır. Beş bin yıllık mazisi olan Türk Milleti’nin toprakları üzerinde egemen olunamayacağını anladığında Batı için çok geç olacaktır.

Türk milletinin, sabrını ve suskunluğunu zayıflığına yorumlayan düşmanları her zaman pişman olmuşlardır.

 

  1. Yüzyıl Haçlı saldırılarını önlemede öncelikle alınması gereken tedbir önerilerimizi aşağıda sunuyoruz.

 

  • Türk Milleti’nin 1000 yıllık Avrupa (Batı) politikası incelenmeli ve ona göre yeni stratejiler belirlenmelidir. Türk Milleti’nin “devlet geleneği” iradesi asla kaybolmamalıdır.

 

  • Batı, Avrupa Birliği politikaları ile “Pan Europa” stratejileri uygulamakta ve Türkiye’nin kaderini yeniden tartışma konusu yapmaktadır. Bu yeni tartışma Türkiye topraklarında değil Avrupa’da yapılmalıdır. Türkiye’nin 21. yüzyıl Haçlı seferini Anadolu topraklarında karşılama politikası yanlıştır.

 

  • Türkiye’nin her konudaki zaferi bütün İslam alemini, Balkanları, Kuzey Afrika’yı ve Orta Asya’yı bugün de sevindirir. Adımlar buna göre atılmalıdır. Yeni ittifak arayışlarına buna göre girilmelidir.

 

  • Strateji belirlerken, “vatanın savunulması” ve sömürgeci Batı dünyasına karşı “topyekün duruş” esas alınmalıdır. Bu, öncelikle kendi kültür ve medeniyetimizin aşkla, sevgiyle, heyecanla ve imanla benimsenmesi ile mümkündür.

 

  • Vaktiyle Papaların kışkırttığı Avrupa nasıl ittifak halinde Haçlı Seferleri’ne katılmış ve bu ittifaklar milletimiz tarafından bozulmuş ise şimdi de Batının tüm ittifaklarını bozmak şarttır. Batının yapacağı yeni “kutsal ittifaklar” önlenmelidir. Bu açıdan bakıldığında Vatikan ile Fener Patrikhanesi’nin ittifakını önleyememek devletimiz için büyük zaaf olmuştur. Batı, yeni “yüz yıl savaşları” ve “otuz yıl savaşları” yaparsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti rahat nefes alabilir. Bunun en basit bir askeri prensip olduğu unutulmamalıdır. Batının iç savaşlara sürüklenmek için birçok sebebi vardır. Aralarında derin çatlaklar vardır. Bu unutulmamalıdır.

 

  • “21. yüzyıl Haçlı seferi sadece ideolojik bir teşebbüs ve Anadolu’yu zapt etme gayreti değildir”. Doğu kültürlerinin tümünü imha etme ve Avrupa’nın savunmasını ve güvenliğini sağlama gayretidir. Bunu gözden uzak tutmamak gerekir.

 

  • Batı, yüzyıllarca doğu bölgemizde bize karşı müttefikler bulmuştur. Bu gün de bulmaktadır. Batının bizim bölgemizde, bizim kültür havzamızın milletlerini bize karşı kullanmaktadır. Bu ittifaklar da kesinlikle önlenmeli, bozulmalıdır. Doğudaki halklar uyandırılmalıdır. Kendi milletimizin çocukları dahi Batı ile ittifak halindedir. Devlet bu kadar aciz olamaz, kendi çocuklarını düşmanın safına itemez. Bu hata öncelikle ve önemle telafi edilmeli, Türk Milletinin, doğulusu ve batılısı ile tek vücut bir millet olduğunu dost-düşman bütün dünyaya göstermelidir. Devlete küskün, kozmopolitan bir topluluk meydana getirmemelidir. Unutulmasın ki Batı Roma Devleti böyle bir kozmopolitan bir topluluk meyana getirmesi sebebiyle yıkılmıştır.

 

  • Asya’dan tehdit edilmeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birleşmiş Avrupa tarafından kesinlikle yenilmeyeceğini” tarih göstermiştir. Bu sebeple öncelikle Asya’dan gelebilecek tehdit ve ihanetleri önlemek gerekir.

 

  • Fatih Sultan Mehmet Han, 20 devletle birden savaşa girmiş, galip çıkmıştır. Hepsini yenmiştir. Düşmanlarının hepsiyle harp halinde olduğu halde, birleşmelerine meydan vermedi. Bu prensip bugün de devlet politikası olarak uygulanmalıdır.

 

  • Çağımızda; modern, hiçbir gücün bilmediği, görünmez, üstün bir silah teknolojisine sahip olmadan itibarlı bir devlet olmanın, caydırıcı güç olmanın imkânı yoktur. İstanbul’un fethi, Otlukbeli, Çaldıran, Mohaç ve Preveze savaşlarında kullanılan silahların o gün arz ettikleri hayati önemi bugün de anlamalıdır. Düşmanın sabit toplarla savaştığı dönemde Türk Milleti topu 360 derece döndürerek savaşıyordu. Düşman henüz bunu bilmiyordu. Bugün bu tip tedbirlerin alınması, Anadolu’nun savunması için, Haçlı saldırılarının önlenmesi için şarttır. Bizim milletimiz bugünün önemli, caydırıcı silahlarını üreteceklerdir, bulacaklardır. Buna inancımızın tam olması ve teşvik edilmesi gerekir. Nükleer santralleri bir an önce kurmalıyız. Türkiye Devleti’nin bütün devletlerden önce bunu yapmaya hakkı vardır, buna mecburdur. Yemeyip içmeyip üstün teknolojilere mutlaka sahip olmamız gerekir. Mutlaka yüksek teknolojiyi kurup kendi silahlarımızı üretmenin yollarını bulmalıyız.

 

Bu konuda, devleti yeniden “ihya” eden, orduyu modernleştiren, donanmayı yükselten bazı Osmanlı padişahlarının (Sultan Abdülaziz) “hal” edildiğini dikkate alarak hareket etmek gerekir.

 

  • Türkiye Devleti’nin başında, Haçlı saldırılarının hiç bitmeyeceğini bilen idarecilerin bulunması şarttır.

 

  • Orta Doğu’nun yeniden tanzimi Batılıların eline bırakılamaz. Burası Türk Milleti için hayati önem taşıyan bir bölgedir. Bu bölgenin koordinasyonu Batılılara değil, Osmanlılar döneminde olduğu gibi, şimdi yine Türk Milleti’ne ait olmalıdır.

 

  • Öncelikle Devletin içine düştüğü çıkmazları, bozulan müesseseleri bir bir ve çok acil olarak düzeltmek gerekmektedir. Yavuz Sultan Selim’in ve IV. Murat’ın aldığı tedbirler bu açıdan bakıldığında çok önemlidir ve örnek olmalıdır. Bir suikastla bütün müesseseleri sarsılan, neredeyse çökecek halen gelen, pamuk ipliğine bağlı bir devlet görünümü vermek son derece yanlıştır. Ajanların, provokatörlerin, bazı köşe yazarlarının ipe sapa gelmez değerlendirmeleri sadece bir “fikir özgürlüğü” anlamında dikkate alınmalıdır. Türk Milleti’nin bunlara itibar etmemesi gerektiği değişik vasıtalarla ilan edilmeli ve gerekirse devlet aleyhinde olanlar teşhir edilmelidir.

 

  • Doğu, tarihinden getirdiği bütün mirasını yediğini ve artık harekete geçmek gerektiğini bilmelidir. Bunu,  Doğu alemine bir şekilde anlatmanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin en asli ve tarihi görev ve sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır.

 

  • Türk Milleti’nin aydını, zaaflarını, çekingenliklerini, ezikliklerini yenmeli, Batılılar karşısında düştüğü kompleksi atmalıdır. Batı kültür ve medeniyetine aşık olmaktan vazgeçip kendi değerlerini yüceltmenin yollarını aramalıdır. Türkiye elitleri şaşkın davranmamalıdır. Şaşkın davranmanın zamanı değildir.

 

  • Devlet adamı yetiştiren üniversiteler ve bir METODOLOJİ ENSTİTÜSÜ mutlaka kurulmalı ve o kurumlarda Türk Milleti’nin hedefleri gelecek nesillere tarihi bir perspektif anlayışı içinde aktarılmalıdır. Bu enstitülerde, kendi medeniyetimizin doktrin ve metotları ilmi manada işlenmelidir. Türk Milleti’nin mukadderatını değiştirecek fikrin öncüleri, düşünürleri mutlaka yetiştirilmelidir.

 

  • Günümüzde “ekonomi” en büyük silah olarak kullanılmaktadır. Tarım ülkesi olan Türkiye Devleti’nin buğdayını dahi ithal etmesi bu savaşın hangi kertelere geldiğini göstermesi bakımından önemlidir. O halde, ekonominin iyileşmesi ve gayri safi milli hasılanın yükselmesi çok önemlidir. Bunun için ne kadar gayret gösterilse azdır. Yurtdışından genetiği bozulmuş tohumu dahi ithal eden Türkiye Devleti’nin, geleceğin büyük devleti olması ihtimali asla yoktur.

 

  • Zengin maden yataklarımızın kullanılması aslında son derece stratejik bir meseledir. Kendi madenlerimizin nasıl kullanılabilir hale getirilebileceği mutlaka araştırılmalıdır. Yer altında yatan servetimizin bizi tarihin yeni ufuklarına büyük devlet olarak taşıyacağı ve düşündüğümüz “Tarihe verilen randevuya – Kızıl Elma’ya” Türk Milleti’ni ulaştıracak potansiyel servet olduğu unutulmamalıdır.

 

  • Yıldız savaşlarına hazırlanmayan bir Türkiye Devleti’nin geleceğin büyük devletleri arasına girme şansı yoktur. Bunun için özellikle bilgi teknolojisini, veri tabanlarını, işletim sistemlerini kendimiz kurmalı, programları kendimiz yazmalı ve yabancı teknolojilere bağımlı olmaktan kurtulmalıyız.

 

  • Ve çok daha önemli olarak; Türk Milleti’nin evlatlarının, kendi devletine olan güven ve bağlılığının asla sarsılmamasına dikkat etmelidir. Kendi kültür ve medeniyetimizin propagandası –şartlar ne olursa olsun- bir an bile kesilmemeli, Türk Milleti’nin çocukları yabancı medeniyetlerin kültür emperyalizmine maruz bırakılmamalıdır.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Jeostratejik Oyuncu olması ile İslam alemine öncülük etmesi bu coğrafyanın çok önemli bir mecburiyetidir. Türk aydınının önümüzdeki yeni çağa damgasını vuracak politikaların, sosyal sistemlerin oluşması konusunda yöneticilere dünya kadar doküman sunması gerekmektedir. Unutulmamalı ki, İttihat Terakki’nin başarılı olamamasının yegâne sebebi, önlerinde bir “aydın kadro” nun olmaması idi.

 

Son söz:

 

“VE BİZİM ORDUMUZ MUTLAKA GALİP GELECEKTİR” Saffat Suresi, 173

 

 

 

 

Yorum Yap