Kandık ve aldandık.
Rusya’nın ortaya çıkmasından sonra, Batı ile dengeler değişecek, sıcak denizlere inmek isteyen Rusya’nın önünü kesmek için, Batı’lı devletler bile bazen Osmanlı Devleti ile birlikte hareket edeceklerdi.
Batı’lı ölçülere göre Segban-ı Cedid’i kuran Sultan II. Mahmut, Kapıkulu Ocaklarını kaldırdı. Alemdar Vak’ası, Tepedelenli Ali Paşa gailesi, Yunan İhtilali’nin hazırlanması, Türkiye-İran Savaşı’nın başlaması ve her an patlak verebilecek Rus savaşı, artık yalnız padişahı değil, bütün devlet erkanını ve hatta Yeniçeri generallerini dahi düşündürüyordu. Yeniçeri Ocakları padişahın emirlerini tanımıyordu. III. Selim, devletin geleceğinin bu noktada düğümlenip kaldığını Sultan Mahmud’a iyice anlatmıştı. Halk da Yeniçerilere diş biliyordu.
Adeta, bir iç savaş yapılarak Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Binlercesi öldürüldü, binlercesi tutuklanarak sürgüne gönderildi. Yeniçerilerin mensup olduğu Bektaşi dergahları kapatıldı. (1826)
“Vak’a-i Hayriye” diye anılan Yeniçeri ve Kapıkulu Ocakları’nın kaldırılması, Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biridir.
Tarihçiler, böylece yeni ve “modern” bir devrin başladığını, 1839 Tanzimat’ının, hatta Cumhuriyet’in, Yeniçeri Ocakları’nın kaldırılmasının sonucu olarak ortaya çıktığını, Türkiye’de Batı medeniyeti’nin bu tarihte başladığını yazmaktadırlar!
Ne var ki; Batı Türk Hakanlığı mensubu milletimizin, binlerce yıldan beri biriktirip getirdiği, olgunlaştırdığı, yücelttiği, “gaza” diyerek, “ilay-ı Kelimetullah” diyerek, yüzbinlerce şehidin kanıyla üç kıtaya yerleştirdiği kendi medeniyeti ve onun taşıyıcısı büyük imparatorluk, şimdi, entrikacı, gözünü dünya malı hırsı bürümüş, devletin yüksek menfaatlerini düşünmeyen vezirlerin ve Yeniçeri Ocakları’nın bu sorumsuzlukları sebebiyle parçalanmak tehlikesi ile yüzyüze getirilmişti.
0 Yorumlar.