Hala Bir Zamanımız Var

Ağustos ayı, tarihi boyunca Türk ordusunun zaferler ayıdır. Zaferlerimiz milletimizin kalbinde hala derin birer hatıra olarak yaşıyor.

1683 yılındaki Viyana bozgunundan sonra, basiretsiz, iradesi zayıf, devlet idaresinden habersiz devlet adamlarının büyük hataları sonucunda imparatorluğumuz yıkıldı. Canhıraş bir mücadele sonucunda kazandığımız İstiklal Savaşı ile yeniden bağımsız bir devlet kurduk.

Şimdilerde bu bağımsız devletin kıymetini bilmeyen yeni nesiller meydana getirildi.

Bundan yaklaşık bir ay kadar önce, Diyarbakır’da yapılan Kürt Kongresi’nde çalınan Kürt İstiklal Marşı beni derinden yaraladı. Bizim topraklarımız üzerinde ortaya çıkan yeni bir devlet, Kürt Devleti ve onun istiklal marşı! Hüzünlendim.

Açılımdı, barıştı, bilmem ne süreciydi derken, bir baktık ki Kürt Devleti’nin milli marşı çalıyor. İnanılır gibi değildi. Bizim çocuklarımız bu duruma nasıl alıştırıldı? Bu durum bir anda nasıl ortaya çıktı, anlayamadık. Aldatıldığımızı anladık. Bizler kendi İstiklal Marşımızı yıllardır dinleyemiyoruz. İstiklal marşımız adeta milletimizden saklanıyor.

“15 Ağustos 1984 Saat 21.00 in Öyküsü” diye bir yazı okudum. Belki hepiniz okumuşsunuzdur! Bundan yaklaşık 30 yıl önce PKK’nın yaptığı Eruh baskınını anlatıyor yazı.

30 kişinin bir gece, üç saatlik bir yürüyüşten sonra Eruh’a geldiğini, hedeflerinde askeri birlik, askeri lojmanlar, okul ve cami olduğunu, askeri birliğe roketatarla saldırdıklarını, bir kısım askeri esir aldıklarını, şehirden ganimet topladıklarını ve operasyonu kolaylıkla bitirip, ellerini kollarını sallaya sallaya, rahatlıkla çekip gittiklerini anlatıyor.

Demek ki düşman bir şehrimize baskın yapmış, oradaki askeri birliği ortadan kaldırmış, askerlerimizi esir almış, ganimet toplamış ve gitmiş.

Şimdi bu baskının yıldönümünü kutlayanlar, devlet olmanın, yeni devlet kurmuş olmanın verdiği büyük bir huzur ve sevinçle hareket ediyorlar. Türkiye devletinin hiçbir döneminde bunu başaramamışlardı.

Tarihçiler, “Doğudan darbe almayan bir Türk devletini Batı’nın asla yıkamayacağını” yazarlar. Vaktiyle, devleti batıya karşı zayıf düşüren Uzun Hasan, Şah İsmail, Ankara Savaşı gibi olayların bugünkü devamı Kürt Devleti olayıdır. Doğudan saldırarak Türkleri zayıf düşüren bu olayların hepsinden Batılılar büyük bir memnuniyet duymuşlar, bayram yapmışlardı.

Kürdistan Devleti kendiliğinden kurulabilecek bir devlet değildir. BOP projesi olmadan, ABD’nin ve AB’nin desteği olmadan bizim topraklarımız üzerinde böyle bir bölünme meydana gelemezdi.

Amerika geçen hafta Akdeniz’de İsrail ile birlikte tatbikat yapıyordu. Bugünkü basında Amerikan donanmasının Akdeniz’de konuşlandığı haberi yer almaktadır.

Amerikan devlet başkanı Obama “Mısır’a ve Suriye’ye müdahale konusunda zaman azalmaktadır!” diyor. Bizim Cumhurbaşkanımız da “Suriye’de somut adım atma zamanı geldi” demektedir.

Batının Ortadoğu üzerindeki emelleri açıkça bellidir. Bunu söylemekten, ilan etmekten öte, Batılılar fiilen bölgemizde, topraklarımız üzerinde bulunmaktadır.

Bu bir Dünya Savaşı’dır. Adı konulmamış büyük küresel savaştır. Bu savaşın şu andaki askeri çatışma bölgeleri, sıcak cepheleri Suriye ve Mısır’dır. Unutmayınız ki yarın sıra Türkiye’ye de gelecektir.

Bizim ülkemizde de bu dünya savaşının aşamaları yaşanmaktadır. Ülkemiz halen maskeli işgal altındadır. Kontrol altındadır.

Dünya savaşını yürüten Batılılar, büyük bir ustalıkla savaşı ve savaşın bütün sonuçlarını milletlerden, özellikle bizim milletimizden saklayabilmektedirler.

Türkiye devletinin başbakanının Azerbaycan’a giderken “Mısır’dan sonra sıra Türkiye’dedir” anlamında bir ifade kullanması çok manidardır. Bir başbakanın böyle bir ifade kullanabilmesi tehlikenin boyutlarını gösterir. Buna rağmen, “mütareke basını”, büyük bir pişkinlikle, olan biteni milletten gizlemeyi başarmaktadır.

Başbakanın “gözyaşları” var bir de!  Bu gözyaşları Mısır’daki bir kız çocuğu ile ilgili mektubun verdiği duygusallıktan kaynaklanmış olamaz. Başbakan, önündeki zorlu şartları gördü, hissetti, bu saatten sonra artık yapabilecek bir şeyinin olmadığını anladı ve aslında “kendi haline” ağladı. Kendi sonuna ağladı.

Ve gerçekten artık başbakanın da geri dönüşü yok. Kendisi ile kader birliği yapanlar artık ona “ikiyüzlü” diyebiliyorlar. Sevan Nişanyan artık “bu adam” diyebiliyor.

Sonun başlangıcına gelmiş bulunuyoruz.

İsterdim ki sayın başbakan çıksın basının karşısına, “Millete Sesleniş” programında Türk milletine şunu söylesin:

“Aziz milletim, size yıllardır hizmet etmekten onur duydum. Beraber yürüdük biz bu yollarda. Ama artık bu saatten sonra birlikte yürüyüşümüz mümkün değil. Yolun sonuna geldik. Ben, devlet idare etmenin kolay olduğunu zannetmiştim. Türkiye Cumhuriyeti devletini bir belediye gibi kolay kolay idare eder, size hizmet ederim sanmıştım. Ama artık bu işin başka boyutları olduğunu anlamış bulunuyorum. Bana hakkınızı helal edin. Vatanınız tehlikededir. Vatanınıza, namusunuza, tapunuza, bayrağınıza sahip çıkın!”.

İsterdim ki başbakan böyle bir konuşma yapsın.

Bunu yapmak için hala zamanı var. Türk milletinin de şu anda kendi ülkesine, devletine, bayrağına, tapusuna, namusuna sahip çıkmak için hala bir zamanı var.

Aziz milletim, hala bir zamanımız var. İçinde bulunduğumuz durumun aslında ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI durumu olduğunu anlayıp, buna göre vaziyet almanın zamanı geçmek üzeredir. Dostu düşmanı tanıyalım. Birbirimizle kenetlenelim. Bizi aldatan propaganda unsurlarına itibar etmeyelim. Bir olalım, diri olalım.

Milletimiz; oyun kurucuların propagandalarına itibar etmesin. Mezhep çatışmalarına itibar etmesin. Asıl büyük ve ciddi düşman burnumuzun dibindedir. Büyük savaşın küçük provaları yapılıyor ülkemizde.

Düşman, bölgemizde küresel savaş yapmaktadır.

Düşmanımızı iyi tanıyalım.

Ülkemize sahip çıkmak için hala bir zamanız var. Bu zamanı iyi değerlendirelim.

24.08.2013

Başakşehir

Yorum Yap