Hiç Düşündünüz Mü?

Değerli dostlar,
Aşağıdaki yazıyı 2006 yılında yazmıştım. Yeniden okuyunca anladım ki o günkü düşüncelerim hala güncelliğini koruyor. Devlet idaresinden Amerikan yanlısı olanların tasfiye edilmesiyle belki devletimizin idaresi yeni bir rotaya oturtulacaktır. Ancak, devletimizin sıkıntıları hala aşağıdaki yazıda olduğu gibi etmektedir.

Yazıyı 2006 yılındaki olaylara bakarak yazmıştım. Sizler de okuyup yorumlarsanız memnun olurum.

HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

Hiç düşündünüz mü? Türkiye Cumhuriyeti’nin problemleri neden bu kadar çoktur? Türk Milleti niçin Çin Seddi’nden Viyana’ya kadar uzanan topraklar üzerinde 2200 yıldır yaşama mücadelesi vermektedir? Bu kadar engin, bu kadar uçsuz bucaksız coğrafya üzerinde hâkimiyet kuran ve bu coğrafya üzerinde yaşayan bir düzineden fazla millete altın çağlar yaşatabilen, yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi bu millet, neden üç yüz yıldır buhranlarla karşı karşıyadır? Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik açıdan önem taşıyan çok büyük bir ülke. Ama Avrupa Birliği, ABD, NATO, İslam Konferansı, Gümrük Birliği, Kıbrıs, Güneydoğu meselesi ve benzeri bir düzine iç ve dış dinamik karşısında adeta bocalıyor. Eski kuvvetli günlerimize sahip olmak için zaman zaman yaptığımız hamlelerin hiç biri sonuç vermiyor.
Bize;
“Batılılaşırsanız kalkınırsınız” diyorlar… Bu düşünceye aldanan Türk aydını problemler karşısında üç yüz yıldır çaresiz ve çözümsüzdür.
Türkiye Devletinin bu denli çözümsüz kalışı bütün Türk çocukları gibi beni de elbette üzüyor. Batının başlattığı yeni Haçlı Seferleri insanı düşündürüyor. Batı bütün gücünü seferber ederek, Orta Çağ’da olduğu gibi yönünü yeniden Doğuya çevirmiş bulunmaktadır. Vaktiyle Papaların kışkırtmasıyla yirmi devletin birden Doğuya doğru harekete geçtiği gibi, bugün de aynı güçler yeniden harekete geçmiştir. Batı, cadı kazanı gibi kaynamaktadır. Batı bütün gücüyle Doğunun üzerine bu denli fütursuzca yürürken insan böyle eli kolu bağlı kalmak istemiyor!
İnsanlık bu günü tarihi boyutuyla yaşıyor. Sosyal mücadelelerin eski çağlardaki boyutu ne ise bugünkü boyutu da aynı. Sosyal olayların kurallarında zerre kadar değişiklik yok. Güçlü ülkelerin, ellerinde bulunan kuvvetlerini yere ve coğrafyaya bakmaksızın ve kendi stratejik hedefleri için acımasızca kullanmaları insanı ürkütüyor. İnsan, Irak’ta, Suriye’de gördükleri karşısında adeta dehşete düşüyor. Hani, İnsan Hakları Beyannameleri vardı? Hani hayvan hakları vardı? Bütün sosyal sistemlerin, bütün dinlerin ahlaki ve insani değerlerine, öğretilerine rağmen, emperyalist emellerini gerçekleştirmede hiçbir ahlaki ve insani sınır tanımayan Batılı güçlerin bugün ulaştığı başarılar ve yayıldıkları yerler insanı düşündürüyor.
Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünya çapında hedef koyan bu emperyalist güçlere karşı ne yapabileceğini düşünüyorum. Türkiye Devleti ‟nin aydınını ve kendimi adeta sorgulamak istiyorum. Bin yıllık çekişmenin bugün ulaştığı noktanın gerçek bir hesaplaşmanın sonucu olduğunu düşünüyorum. Türkiye Devleti ‘nin gerçek bir tehditle karşı karşıya bulunduğunu düşünüyorum. Vaktiyle bağımsızlığımızı Mohaç’ta münakaşa ve ispat ettiğimiz güçler, bugün kendi hâkimiyetlerinin kavgasını bizim topraklarımızda vermeye başladılar. Bu durum aslında millet hayatımız için çok tehlikelidir. Bugün Batı ile kendi topraklarımızda hesaplaşma zorunda kalmış olmamız askeri bakımdan da son derece tehlikeli ve vahimdir. Bu sebeple kafamda bir yığın soru ve içimde bir yığın ıstırap var. Ruhumda adeta fırtınalar kopuyor. 21. Yüzyıl Haçlı seferlerinin Türkler tarafından nasıl püskürtüleceğini ciddi ciddi ve derin derin düşünüyorum. Çok acımasızca ve barbarca saldıran Haçlılar Anadolu’yu şimdilik baypas yaparak topraklarımızın arka bahçesine asker çıkardılar. Ve Türkiye Devletinin elitleri, bu kuvvetlerle “stratejik ortak” olduklarını söylüyorlar ve “Vizyon Belgeleri” imzalıyorlar. Tarihi, ilmi ve askeri realitelere tamamen zıt olan bu yaklaşım, yaklaşan tehlikeyi görmekten çok uzaktır. Doğrudan doğruya askeri harekât yapan Batılı güçlerin mutlaka durdurulması ve kesinlikle geri itilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri geri kalmışlık içinde bulunan Türkiye Devleti “nin bu saldırılarda taraf olmamak gibi bir strateji izlediği açıktır. Ancak bilinmelidir ki düşman; mahallenin bakkalını götürürken ses çıkarmazsanız, kasabını, manavını, öğretmenini, imamını götürürken ses çıkarmazsanız, sonra polisini ve askerini götürürken, hatta askerinin başına çuval geçirirken ses çıkarmazsanız, bir gün sizin de götürüleceğinizi ve çözüm için artık çok geç kalınmış olacağını anlamış olmanız gerekir. Bu bakımdan, gaflet ve duyarsızlık içinde geçirilen her günün çözümü biraz daha uzaklaştırdığını düşünüyorum. 1683 Viyana bozgunu ile başlayıp peşpeşe devam eden moral bozucu askeri yenilgiler serisi, bir süre sonra Avrupa’nın ezici üstünlüğünü kabul eden Osmanlı aydınının giderek kendisine güvenini yitirmesine ve derin bir aşağılık kompleksine kapılmasına sebep oldu. Bu kompleks devletin yıkılışını hazırladı. Ve bu bozgundan sonra milletimizin Avrupa’dan geri çekilmesi başladı. Geri çekilirken bu milletin bütün değerleri erozyona uğradı. Bu erozyon halen devam ediyor. Bu çürümenin ve bozulmanın nasıl önlenebileceğini ve Türk Milleti ‟nin geri çekilişinin nerede durdurulabileceğini, yani yeniden yükselişin nasıl mümkün olabileceğini düşünüyorum. İlk bakışta her şey normal gibi görünüyor. Ama gerçek öyle değil.
Halen Haçlı Seferleri faal,
Halen Tapınak şövalyeleri faal,
Halen Bizans’ı yeniden ihya etme çabaları faal,
Malta Şövalyeleri’nin bile yıl dönümlerini kutlayan Batılı devletlerin Türkiye üzerindeki politikaları sinsi ve faal.
Halen RECONQUĠSTA faal.
Hala Balkanlar problemli, Kıbrıs problemli, Musul ve Kerkük problemli, Filistin problemli… Osmanlının çekildiği bütün topraklar problemli.
Batılılar kendi menfaatlerine uygun şekilde çözmeye çalışıyorlar bütün bu problemleri. Gariptir ki, bizim ülkemizin de problemlerini çözmeye yetkili hissediyorlar kendilerini. Sanki Mondros Mütarekesi veya Sevr devam ediyormuş gibi! Veya bu ülke Tanzanya imiş gibi! Buna nasıl tahammül edebildiğimizi bir türlü anlayamıyorum. Bu, dünya çapında problemlere rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin idarecileri hala “devlet işlerini vezire ısmarlayan” anlayış ile devleti idare etmeye çalışıyor. Bu ülkenin siyaseti, ekonomisi, eğitimi iyi değil. Fert başına düşen milli geliri az. Kalkınmış ülkelerin bugünkü durumuna ulaşmak için dahi çok uzun yıllar geçmesi lazım. Hayır! Tarihi, doğal, beşeri ve ekonomik özellikleri bakımından Türkiye büyük ülke! Türkiye, çölü olmayan, su sıkıntısı olmayan bir ülke! Seksen yıldır sava görmemiş, nüfusu genç bir ülke! Ama nedense, bir türlü ağır sanayisini kuramıyor, bir türlü enerji kaynaklarına ulaşamıyor. Türkiye, emperyalist devletlerin açık pazarı durumunda hala! Her yıl ödemeler dengesi açık veriyor, iç ve dış borcu gittikçe artıyor. Dünyanın bugünkü süper güçleri arasında Türkiye yok. Birleşmiş Milletler ‘in “daimi konseyi” arasında Türkiye yok. Bundan yaklaşık yüzyıl önce dünya savaşı görmüş, meydan muharebesi yapmış olan Türkiye, bugün ancak düşük yoğunlukta bir savaşa girebiliyor. Ağır sanayii olmadığı için silah sanayiinde de geriyiz. Tanklarımızı İsrail modernize
ediyor.
Elektronik endüstrimiz yok. Bilgisayar teknolojimiz, ince teknolojimiz yok. Süper güçlerin üzerimizde hâkimiyet mücadeleleri var. Büyük Ortadoğu Projesi ile bizim ülkemizi de şekillendirmek istiyorlar. Bizim tarihi yerli kültürümüzü de Irak gibi, Somali gibi, Afganistan gibi geri buluyorlar ve kendi kültürlerini bize dayatmak istiyorlar. Batılı güçlerin Doğuya karşı giriştikleri hücumları kesemiyoruz. Çünkü yerli işbirlikçiler onlardan yana. Buna hiç kimse ses çıkarmıyor. Adeta bir “teslimiyet” duygusu içinde yetkililerimiz. Ve aydınımız Batı kültürü karşısında tıpkı İttihat ve Terakki döneminde olduğu gibi “aşağılık kompleksi” ne kapılmış, bir türlü “kendisi” olamıyor. Bilakis, kendi yerli milli kültürünü alaya alıyor. Tabii ki, bu durum bizi Batılı milletler ve kültürler karşısında zayıf düşürüyor. Devletimiz ve milletimiz bir türlü kendi kültürü ile hem hal olamıyor. Onu bir türlü “ilimleştirip hareketlendiremiyor”

Yorum Yap