Selimiye

“Selimiye, azametli olmaktan ziyade güzeldir. İnsana huşu duygularından ziyade hayranlık verir. Ruhta sükûn ve teslimiyeti uyandırır. Kalbe muvazene ve huzur getirir. İnsan onunla, bir insan eseri olduğu için övünebilir ve bir eşinin daha yapılabileceğine her nedense ihtimal vermek istemez.

İnsan kalbi onun bir Allah evi değil, bir kul yapısı olduğu için üstüne titrer. Onun ilân ve temsil ettiği ilahî varlığı, korkarak değil, severek benimser. Yani onun sevdirdiği şeyi insan hiç korku duymadan sever.

Selimiye, daha çok birer kaleye benzeyen, dantelâ gibi işlenmiş taşlarını, kornişlerini görebilmek için, ta yanlarına kadar varılmak lazım gelen Selçuk mabetlerinden başka bir şeydir. Her parçası mıncık mıncık işlenen ve her üsüünde cinler, devler, karkırlar dile gelen Hint eserleriyle onun hiçbir benzerliği yoktur. Bir Çin eseri gibi bir el işi mucizesi değildir. Nu Yunan, ne Rönesans, ne Gotik… Hayır! Öyle bir bütündür ki, arçalarından her hebiri diğerlerinden ayrıldığı zaman bir mana ifade etmez. Bu camiin, üstünde ayrı ayrı dnurulacak motifleri, minyatürleri yoktur. Fakat Selimiye’de insan kudreti, şu taş denilen ağır maddeyi öyle kusursuz bir tenaüp içinde, öylesine bir araya getirerek yükseltmiştir ki, bu yükseliş bir hayal eseri kadar güzeldir.

Hatta bu göklere ulaşmak hamlesi, bu kubbelerin üstünde son düğümünü işlemekle de kalmaz. Bu kubbeyi dört taraftan dünyanın en güzel dört minaresi dört kanat gibi kucaklar. Bu hamle, müminlerin nerede başladığı ve nerede bittiği bilinmeyen yakarışları gibi sonsuzluk alemine doğru yükselir, gider….”

 

Şevket Süreyya Aydemir,

Suyu Arayan Adam

Sayfa 32

Yorum Yap