Sözleri Sitemkar, Bakışı Beni Yakar

Acaba Murat Bardakçı’nın 20 Ekim 2013 tarihli yazısını okuyanınız var mı?

Sayın Murat Bardakçı’nın ;  “Heykeli kalksın diye Avrupa’dan yardım istenen millî şehidin öyküsü”   başlıklı makalesini okuyunca sanki bin yerimden bıçaklandım, bin yerimden kurşunlandım, yaralandım.

Ülkemizde, mevcut iktidarın benimsediği temel değişikliklerin, iç ve dış politikaların, “demokratikleşme paketi” uygulamalarının ve tabii ki daha birçok uygulamanın, devlet ve millet aleyhine nasıl sonuçlar doğurduğunu, doğuracağını yıllardır anlatmaya çalışıyorum.

Aslında AKP hükümeti haklıdır. “Ben iktidarım, çoğunluk benim elimde, istediğimi yaparım” diyor.

Çoğunluk benim elimde! Demek ki; iktidarın kime güvenerek canı istediği politikaları uygulamaya koyduğu belli! Kendisine oy veren çoğunluğa! O halde haklıdır! Canı ne isterse onu yapar!

Doğrusu bu mudur, bilmiyorum. Çünkü gerçekten Türk milletinin yüzde ellisi AKP’ye oy veriyorsa, politikalarını da onaylıyor demektir. Normal olarak anlaşılması gereken şey budur. Ne kadar muhalif olursanız olun, halkın yarısının oyunu alan bir iktidarın uygulamalarına karşı durmanız mümkün değildir. Bu doğru da değildir. En azından; “demokrasi” anlayışımız akıl yürütme yolu ile bizi bu noktaya getirmektedir.

AKP iktidarının, bazı konularda yaptığı düzenlemeleri, iyileştirmeleri, hizmetleri inkâr etmek elbette mümkün değildir. Devletin; toplumun dini hayatına müdahale etmemesi, halkın ibadetini daha rahat yapabilmesi için tanıdığı tolerans, TRT ekranlarında dini inançların her gün işlenmesi doğrusu bende de heyecan yaratıyor. Devletimizin, dini ve milli hayatımızı yakından takip etmesi, ihtiyaçları karşılaması, başörtüsü ile ilgili düzenlemeler, bizim için de normal düzenlemelerdir.

Ancak; yanlış olduğunu düşündüğüm, esasa yönelik, hatta çok tehlikeli bulduğum uygulamalar var. Bu hataları sık sık yazdık, çizdik, anlattık. İktidar partisine oy veren kardeşlerimizi uyarmaya çalıştık.

Sadece dini hayata getirilen kolaylıklar her şeyin iyi gittiği anlamına gelmemektedir. İktidarda bulunanların, seçmenlerine hoş görünerek tuzak kurmaları, yani seçmenini bazı emellerine ulaşmak için aldatmaları da mümkündür. Çünkü demokrasilerde propaganda ile seçmenin kafasını karıştırmak, aldatmak, ihtimal dâhilindedir. Mali gücü kuvvetli olan, ya da dış destek alan iktidarlar, kurdukları propaganda ağı ile seçmenlerini rahatlıkla aldatabilirler.

AKP iktidarı, bu anlamda seçmenin aklını karıştırmaktadır. Dindar insanların hoşuna giden hizmetleri yaparak çoğunluk oylarını aldığını, böylece stratejik uygulamaları rahat yapabilmek için milletin hoşuna giden hizmetleri bir bakıma seçmene “rüşvet” olarak sunduğunu düşünüyorum.

AKP seçmeni arasında bizim de çok yakınlarımız bulunmaktadır. Bu partiye oy verme sebepleri şu yukarıda yazdığım sebeplerdir. Asla başka bir sebep yoktur. İktidar suret-i haktan görünerek oy almaktadır.

Nerede hata yapılmaktadır.

İktidar stratejik davranmaktadır. “Devrim” yapmaya çalışmaktadır. Devrim (ya da eski deyimle “İnkılâp” ) ne demektir: Eski rejimin bütün kalıntılarını ortadan kaldırarak, buruşturup çöpe atmak, yeni anlayışla, yeni dünya görüşü ile yeni bir devlet kurmak demektir. Yani inkılâp topyekûn değişiklik demektir. Dikkat ederseniz gerçekten de değerlerimiz, alışkanlıklarımız kökten değişmektedir.

Yer adları değiştirilmekte, andımız kaldırılmakta, Anayasa değişikliğine gidilmekte, alfabemize bazı yeni harfler ilave edilmekte, “Türk” kelimesi bile her yerden kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Peki, bu değişiklikler kim adına, ne adına yapılmaktadır. Yapılanlar doğru mudur?

İktidar; çoğunluk elimde, değiştiririm, diyor. Konuları hiç bilmeyen, okumayan, düşünmeyen ya da mevcut iktidarın nimetlerinden faydalananların, yapılan bu değişikliklerin bizi nereye götüreceğini düşünmeleri mümkün değil! Zaten düşünmeye ihtiyaçları da yok! O halde oy vermeye devam edeceklerdir.

Apaçık ihanete varan uygulamaların önüne nasıl geçilecek, kim geçecek? Hiçbir güç yok. Sadece bizlerin feryatları var.

Evet, devlet tümden değişiyor, değiştiriliyor. Bu değişiklikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşmanları istiyor. Demokratikleşme paketi ile ilgili olarak yazdığım yazıda, bu paketin, vaktiyle yapılan Islahat hareketleri ile aynı olduğunu, Batılıların “azınlık hakları” bahanesi ile devletimize yine müdahale amacı taşıdıklarını anlatmaya çalışmıştım.

Sayın Bardakçı’nın makalesinde söz konusu ettiği Boğazlıyan Kaymakamı Kmal Bey’in idamı da aynı sebeple yapılmıştı.

Ermenilerin ve İngiliz komiserinin baskısı ile asılmıştı Kemal Bey.

TBMM Kemal Bey’i “şehit” ilan etmiş. Sonra heykeli Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine dikilmiş.

Kemal Bey suçsuz, günahsız bir bürokrat! Daha önce Yozgat’ta mahkemesi görülmüş, berat etmiş, Ermenilerin ve İngilizlerin baskısı ile yeniden İstanbul’da yargılanmış ve göz göre göre hukuk çiğnenerek idamına karar verilmiş.

Öyküsünü lütfen okuyunuz.

Şimdi;  devletin “şehit” dediği Kemal Bey’le ilgili olarak bir avukat dava açmış, Boğazlıyan ilçesindeki heykelinin kaldırılmasını istemiş. Mahkeme kabul etmemiş ve sayın avukat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmiş. Bereket ki mahkemenin ilgili Makedon hâkimi Lazarova Trajkovska “O heykelden neden rahatsız oluyorsun evlâdım, sana ne?” deyip şikâyeti reddetmiş ve davacı avukata kapıyı göstermiş.

Murat Bardakçı yazısına şöyle devam etmiş:

“Aynı avukat bu kadarla da kalmamış, Kemal Bey’in her idam yıldönümünde yapılan anma törenlerine katılan kamu görevlilerinin “suçu ve suçluyu övdükleri” için yargılanmalarını istemiş. Sonra hızını alamamış ve mahkemeden “Ermeni soykırımının tanınmasını” ve Talat Paşa’nın isminin caddelerden ve bulvarlardan silinmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bu konuyu da götürecekmiş ama iç hukuk yollarının sonuna gelinmediği için henüz o yola girememişmiş!

Bu işin nasıl bir garabet olduğunu söylememe bile gerek yok ama Kemal Bey’in heykelinin kaldırılmasını isteyen avukatın yerinde ben olsa idim, adliyeye hazır gitmişken dava dilekçeme başka talepler de ilâve ederdim:

–         İstanbul’un Bizans’a iadesini, Fatih Sultan Mehmed’in “işgalci” olarak ilânını,

–         Haçlı Seferleri’ne mukavemet edip akınları durdurduğu için Selçuklu hükümdarı Kılıçarslan’ın mezarının bulunup deşilerek Vatikan’dan özür dilenmesini,

–         Yunan ordusunun 1922 Ağustos’unda esir edilen başkumandanı General Trikopis’in hatırasından da af dilenmesini!”

ve devam ediyor makale.

Evet, Türk milletinin de kafası karıştı. Müthiş propaganda çarkı işliyor. Milletimizin hars’ı törpülendi, zayıflatıldı. Islahat hareketleri yapıldığı zamanlardaki millet değil artık şu andaki AKP seçmeni. Zayıflatıldı. “Ümmet” fikri çok cazip geliyor.

Siyasetçiler de öyle. Spor bakanı Suat Kılıç “Andımız”ın kaldırılması ile ilgili olarak “İçimden gelmiyor okumak, zorla mı?” diyor. Bakan Hayati Yazıcı “Neden kendimi Türk varlığına armağan edeyim?” diyor.

Basın artık mütareke basını haline geldi. “Türk olsaydım, utanırdım” diyenler mi istersiniz, “Türklerin İstanbul’u fethi tam bir katliamdır!” diyenler mi istersiniz, “Türkler Ermenileri, Asurileri, Keldanileri asimile etti!” diyenler mi istersiniz? Azınlıkların haklarını kendi hakkından daha çok savunanlar mı istersiniz?

Türk milleti dehşetli bir propagandanın altında ezildi, şaşırtıldı, şaşkınlığa uğratıldı. Şu yukarıdaki iddiaların hiç birine, iktidarın yaptığı vatanın bölünmesine varan uygulamalarının hiç birine aldırış bile etmiyor.

Milletimizin artık bu şaşkınlığı üzerinden atmasını bekliyorum. Sanki bir savaşta imiş gibi saf değiştirmesini bekliyorum. Yaralar daha da derinleşmeden devletinize sahip çıkmasını bekliyorum.

Milletimin uyanmasını bekliyorum. Düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, eleştirmeyen milletime “sitemler” ediyorum.

“Sözleri sitemkâr, ah, bakışı beni yakar!” Ne güzel bir şarkı değil mi?

Aziz milletim, uyarmak vatan borcumdur, uyanınız.

21.10.2013

Yorum Yap