Türk Milleti Hakkında Yabancıların Söyledikleri

Büyük Türk Hakanlığı mensubu milletimizin özellikleri hakkında bizi iyi tanıyan birkaç yabancı düşünürün görüşlerini aktarmak istiyorum. Bugün bu özelliklerimizi çocuklarımız bilmiyor ve aydınlarımız da kör bir “küreselleşme” anlayışı uğruna görmezden geliyor.

Bakınız  Napolyon ne diyor:

“İnsanları yükselten iki büyük meziyet vardır. Bu iki meziyetin yanı başında her iki cinsi, kadınla erkeği şereflendiren tek bir fazilet vardır: Vatana, icabında her şeyini tereddütsüz feda edecek kadar bağlı olmak. Bu meziyetler ve bu fazilet en büyük kahramanlığı, hayatın elemine, kederine karşı fütursuz kalmayı ve ağır hadiselerin acılıklarına göğüs germeyi doğurur. İşte Türkler bu çeşit kahramanlardır ve ondan dolayı Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler”.[1]

XII. Charles (Demirbaş) ise Türkler hakkında şöyle diyor:[2]

“Poltava’da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi. Önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş!… Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu. Gene kurtuldum.

Fakat bugün esirim. Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler.

Ayağımda zincir yok, zindanda da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim. Şefkatin, uluvvucenabın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli, bu kadar alicenap, bu kadar asil ve bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı!…”.[3]

Bir de Campenella’dan alıntı yapmalıyım:

“İçinde yaşadığım şafaksız gecenin bir sabaha ermesini istiyorum. Böyle bir sabahın sonu gene gecedir. Çünkü zindanın dışında istibdat var ve istibdat hür fikirlere ancak gece vaat eder. Ben bir ‘Güneş Ülke’ nin hasretini çekiyorum. Bu ülkede gece olmasın ve insanlar karanlık mefhumunu orada tanımasın!…

Güneş ülkeyi yeryüzünde bulmak mümkün mü? Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, lisan hürriyetine ilişmeyen Türklerin varlığı, hiç olmazsa yarın, böyle bir ülkenin varolacağını bana zannettiriyor. Madem ki düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur Türkler var, üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir ‘Güneş Ülke-Civitas solis’ neden vücut bulmasın?…”[4]

Ve General Chernavey. Bakınız ne diyor:

“Burada hiç yoktan ordular yaratmak mümkün. Bu orduları ölüme doğru sürmek mümkün. Ben bu imkanlardan bol bol istifade ediyorum. Fakat yarattığım orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları!…

Üç-dört yıl önce her kudretli milleti yenen Türkler şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar.

Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki; yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek gerek. Bu vaziyette ben, Türklerin, düzinelerle milleti yönetebilmelerindeki başarılı sırrı anlıyorum. Onlar, milletleri bir kere yeniyorlar. Fakat, kazandıkları zaferi ruhlarda ve nesillerde yaşatmayı biliyorlar.

Bir değil, birkaç ihtilal bile Türkün iliklere işleyen gizli hakimiyetini yıkmaya yetmeyecek. Türklerde yalnız sonsuz bir cesaret değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası varmış. Zaten yarı Avrupa’yı yüzyıllarca boyundurukları altına almaları başka türlü mümkün olamazdı”.

İbni Hassul Türkler hakkında şunları söylüyor: (1058 yılında ölen meşhur Arap edibi)

“Bütün milletler içinde cesaret ve şecaatçe onlardan daha ileride olan ve büyük maksatları elde etmek yolunda onlardan daha ileri gidebilen bir millet yoktur. Allah onları aslan suretinde yaratmıştır. Türkler’in en büyük vasfı, bir toplumun başına geçmekteki kabiliyetleridir. Doğuştan hükümdar ve kumandan olmak, emir vermek ve toplumları idare etmek için yaratılmışlardır. Mesela Türkler’in anayurtlarına en uzak yerlerden olup Türkçe’yi hiç bilmeyen Mısır’ı ele alalım, isterseniz Irak’ı örnek gösterelim: Bu ülkelere giren bir avuç Türk,  derhal bu memleketlere hakim olmuşlardır”. [5]

Lehistan tarihinde: “Türk atları Vistül nehrinde sulandıkça Lehli rahattır”[6] ibaresi altın harflerle yazılıdır.

 

[1] Doruk, Ordu Özel. İ. Kayabalı, C. Arslanoğlu Sayfa 77

[2] 17. yüzyılda Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek Osmanlı Devleti‘ne sığınan İsveç Kralı 12. Charles (Demirbaş Şarl)’ın, Türklerden gördüğü alicenaplık karşısında şükranlarını bu şekilde dile getirmiştir.

[3] Doruk, Ordu özel. İ. Kayabalı, C. Arslanoğlu Sayfa 78

[4] Aynı eser, sayfa 80

[5] Aynı eser, sayfa 81

[6] Lehistan halk dilinde darb-ı mesel olarak söyleniyor

Yorum Yap