UYARMAK VATAN BORCUMDUR 14

Cinnet Mi Geçiriyoruz!

Bendeniz devletimizin büyük bir tarihi yol ayrımında olduğunu düşünenlerdenim. Bu düşüncemi anlatmak için, biliyorsunuz ki, iki büyük araştırma yaptım. Bu araştırmalarımı da kitap haline getirdim ve yayımladım. Bana göre bu araştırmalar tarihi önem taşımaktadır.

Milletimizin çocukları henüz “parçalanma” ve “bağımsızlık” kavramlarını bilmemektedir. Kendi aklı ile de gelişen olaylardan ders alarak bu kavramları bulmaya gayret etmemektedir. Dünya tarihinin başlangıcından beri milletlerin sürekli olarak savaştıklarını, her milletin, her medeniyetin daima hakimiyet peşinde olduğu gerçeğini çocuklarımız fark edememektedir. Bizim de halen böyle bir savaşım içinde olduğumuzu, devletimiz yavaş yavaş tasfiye edilirken bu tasfiyenin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamamaktayız. Kazana konan kurbağanın su kaynadıkça ölümü hissedememesi gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu milletimiz hissedememektedir. Devletimiz adım adım tasfiye edilirken bizler hala bir devletimizin var olduğunu ve kuvvetli olduğunu düşünmeye devam ediyoruz. Elde edilen bir takım ilerlemelere, bir takım güzelleştirmelere bakarak, hala kuvvetli bir devletimizin var olduğunu, hatta daha ileri giderek, eski Osmanlı devleti büyüklüğüne ulaştığımızı düşünerek tasfiyeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. Çünkü Zerdüşt böyle buyuruyor! Beşinci Kol’un yoğun propagandası düşüncelerimize hükmediyor.

Hep anlatıyorum. Mağlubiyetlerimizin başladığı zamanlardan beri Batı devletimizi baskı altında tutmak, parçalamak için içimizdeki azınlık haklarını ileri sürmüştür. Azınlıkları algılamamızı istemiştir.

Bugün Beşinci Kol aracılığı ile Kürt raporları, Ermeni raporları hazırlanmaktadır.

TESEV sitesinde “demokratikleşme programı” adı altında “TÜRKİYE ERMENİLERİNİ DUYMAK-SORUNLAR, TALEPLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ” başlığı ile güya Ermenilerin sorunlarını, taleplerini ve bu konudaki önerilerini yayımlamaktadır. İsak Alaton’un Soros sermayesi ile kurduğu TESEV sitesine ne oluyor? Neden Ermeni meselesi ile Kürt meselesi ile uğraşıyor. Türkiye’de demokratikleşmeyi istiyor. Bu düşünceleri acaba Arap Baharı’ndan hatırlıyor musunuz? Hiç düşünüyor musunuz? İşte Beşinci Kol faaliyeti budur.

Şimdi size TESEV’in sitesinde Ermeni sorunları dile getirilirken, bizlere okumamızı önerdiği bir kitaptan alıntı yapacağım. Çok duygusal bir biçimde Ermenilerin durumu ve Türklere bakışı tasvir edilmektedir. Belki bazı çocuklarımızın kanına dokunur. Uyanışına vesile olur. Zira yüzyıllardır yapılan saldırılar sonucu Anadolu’da Türk nüfusu azalmaktadır. Kalanlar ise kandırılıp, kendimize Türk dememizin günah olduğunu, zire önemli olanın “ümmet” olduğunu sürekli anlatarak birlik ve beraberlik içinde olmamızı engellemeye çalışmaktadırlar. Amenna! Elbette ki ümmetiz. Ancak diğer “ümmet” kardeşlerimiz bizi her gün yok ediyorlar. Onlar da “ümmet”! Durumu nasıl izah edeceğiz! Bize; aman ha “Türk” demeyin, ırkçılık olur, günahtır diyenler, diğer taraftan bütün milletlerin millet olduğunu devamlı işleyip, onları üzerimize salmakta bir sakınca görmemektedir. Onlar Beşinci Kol propaganda araçlarına güvenmektedir. Nasıl olsa sürekli anlatarak Türklerin bir araya gelmesine mani olabilmektedirler.

Aşağıdaki alıntıyı uzun olduğu için keserek alacağım. İsteyen TESEV sitesinden bu yazıya ulaşabilir. Biliniz ki; Ermeni sorunlarını algıladığımız gün, Kürt sorunlarını, Rum sorunlarını, yani azınlıkların sorunlarını algıladığımız gün, Türkiye Devleti’nin bizatihi kendi sorunlarının bittiği gündür. Yani devletimizin tasfiye olduğu gündür. Sahi biz niye binlerce yıldır savaşmıştık! Unutmayınız Mete Han “toprak milletin köküdür” demişti.

Şimdi lütfen sıkılmadan aşağıdaki yazıyı okuyunuz.

Kâbus
“Işığı söndür!” dedi anneannem, “Çabuk!” Anneannem sinirli. “Çabuk dedim sana!” Fakat neden? Karanlığı sevmiyorum, karanlıktan korkuyorum. “Gürültüyü…” diyor anne-annem, “Gürültüyü duymuyor musun?” Gürültü mü? Hangi gürültü? (…) “Buraya gel!” de-di anneannem. “Penceremin yanındaki koltuğa.” Bunu ben de biliyorum, orada olduğunu biraz önce fark etmiştim. “Şimdi duyuyor musun gürültüyü?” Neden bu kadar sinirli anneannem?
Yavaş yavaş ayağa kalkıp, ona doğru yürüdüm. (…) “Ne olur bir şeyler söyle, anneanne!” Anneannem susuyor, cevap vermiyordu. Sağ eliyle tül perdeyi araladı; yukarıya, Taksim Meydanı’na doğru bakıyordu. Boynumu uzattım, ben de görmek istiyordum. Geri itti beni, izin vermedi. “Neden?” diye sordum. Yine sessizlik. Hayır, sessizlik filan yoktu, gitgide şiddetlenen sesler geliyordu sokaktan. Duymamak olanaksızdı.

“Kıbrıs Türk’tür! Kıbrıs Türk’tür!”

Başka gürültüler de geliyordu. Buna benzer bir şeyi nerede duydum ben? Anneannem “Gel!” dedi ve aniden ayağa kalktı. Ne kadar çevik ve güçlüydü! Omuzlarımı sıkıca tutu-yor, canımı acıtıyordu. Beni çekip, pencereden uzaklaştırdı. Hiç alışık olmadığım boğuk bir sesle “Sana göre değil bu!” dedi. Koridordan geçip, kapıya doğru gittik, durduk. Anneannem ne yapmak istiyordu? Titreyen elleriyle kapının zincirini taktı, anahtarı iki defa çevirdi. Bakışlarını kapıdan ayırmadan geri geri gitti. Yalnız tek eliyle tutuyordu beni, az önceki gücü kalmamıştı galiba. Odasına girdik birlikte. Yatağının önünde diz çöktü, elimi bırakmıştı. Yüksek sesle dua etmeye başladı. Allah’ım, herkes duyacak şimdi! En başta da üst komşumuz Ayşe Hanım. Odadan dışarı koştum, pencerenin önüne geçtim yine, perdeyi açıp, ağzımı burnumu cama yapıştırdım.

“Kıbrıs Türk’tür! Kıbrıs Türk’tür!”.

Sesler ve insanlar daha da yaklaşıyordu, bütün ayrıntıları seçebiliyordum artık. Kollarını yukarı kaldırmış sallıyorlardı, bir şeyler vardı ellerinde. Duruyorlar mı? Niçin? Duracak ne var? Kırılan cam sesleri duyuyorum. Bir dükkândan içeri giren insanlar görüyorum; fakat o dükkân bu saatte kapalı değil mi? (…) Kumaş toplarıyla dışarı çıktılar. Bir adam kumaş topunu ucundan tutup havaya attı. Ne güzel yaptı bunu, çok becerikli olmalı bu adam. Yerdeki kumaşı ayaklarıyla çiğniyor, paramparça ediyordu. Başkaları da yapıyordu aynısını. Yer rengârenk kumaş parçalarıyla dolmuştu. Anlayamadım, kumaş toplarını neden alıp götürmediler? Çarpılmış ağızlardan durmadan çıkan “gâvur” kelimesini duyuyordum yalnızca. Sonra, bir an için kumaşçı dükkânını unutmuş göründüler. (…) Adamlardan biri Franguli’ye baktı, elini vitrine uzattı. Üstü başı düzgün bir adamdı bu, belli ki fakir fukara değildi. Yemin ederim ki değildi. Onu tanıyordum. Babamın müşterilerinden biriydi, Halil Bey. Maşallah, ne akıllı çocuk! Al oğlum, ye şu poğaçayı. Ye oğlum, ye! Franguli’nın camekânından ve içerideki mücevherattan geriye bir şey kalmadı. Onları yere atmıyorlar. Bir şey kalmadı orada da. Annem, o vitrinin önünde durup bakamayacak artık, babam da hep yaptığı gibi, sabırsızlıkla annemi kolundan çekiştiremeyecek. Adamlar şimdi Japon Mağazasının içinde. Yine kapıdan girmediler, buranın da vitrini kapısından genişti. O güzelim bebekler, mekano kutuları, tahta atlar, oyuncak tanklar, hep düşlediğim, fakat hiç sahip olamadığım bir sürü şey, havada uçuşuyordu. Orası benim Franguli’mdi. (…) Bizim eve yaklaşıyorlar, fazla bir şey kalmadı. Halil Bey yok ortalıkta. Nerede kaldı? “Halil Bey, Halil Bey!” diye bağırıyorum pencerenin arkasından. Yok, kaybolmuş. Yaklaşmaya devam ediyorlar, neredeyse bizim evin önündeler. (…) Bizim daireden içeri girerlerse ne yapacağım? Ya kapımızı kırıp, un ufak ederlerse? Allah’ım, ne yapayım, ne yapabilirim ki? Keşke babam burada olsaydı, annemle seyahate çıkmamış olsalardı. Gör bak o zaman sen, neler olurdu burada! Babam bir eliyle bir adam, öbürüyle bir başkasını tutar, tüy gibi yukarı kaldırır, kafalarını ceviz gibi birbirine çarpar, bir köşeye savururdu. Sıra başkalarına gelirdi sonra. Babam çok güçlüdür, her şeyi yapabilir. Birine bir tekme, öbürüne bir kafa! Sonuçta, hepsini dışarı atardı. Vallahi, billahi öyle yapardı! (…) Bu ne gürültü? Kapımızı paramparça ediyorlar. Kırılan cam sesleri. Fakat bizim kapının camı yok ki. Yani? (…) Babacığım, neredesin babacığım, sana ihtiyacım var! (…) Gelmediler, bizim eve girmediler. Yollarına, aşağıya doğru devam ettiler. Başka vitrinler vardı daha.

“Kıbrıs Türk’tür, Kıbrıs Türk’tür!”

Evet, Raffi Kebapcıyan adlı bir Ermeni’nin kitabı. TESEV’in sitesindteki“Konuş Halil Bey Konuş” adlı kitaptan alıntı yaptım. Kitabın büyük bir bölümünü TESEV’in sitesinde bulabilirsiniz. Bu bir psikolojiyi yansıtıyor elbette! Ancak bu azınlık psikolojilerini toparlayıp bir yöne kanalize etmek Türkiye’deki Beşinci Kol görevlilerine düşüyor görüldüğü üzere. “Sadık milletten talep eden yurttaşa” yönlendirmesini elbette ki onlar yapacaklar! Bir zamanlar Ermeni Komitacıları’nı yönlendirenler gibi. Cennetmekan II. Abdülhamit’e suikast düzenleyenler gibi.

“Çarpılmış ağızlardan durrmadan çıkan “gâvur” kelimesi”! Tabii ki “çarpılmış ağızlar biz Türklerin ağzı! Tıpkı “Türklerin kanı kirlidir” sendromunda olduğu gibi!

Bu “gavur” kelimesini Tanzimat Fermanı’ndan da hatırlayacaksınız, Paris Konferansı’ndan da… Gavura gavur denmeyecekti… Yüzyıllardır bizi suçladılar… İşte şimdi de suçluyorlar. Açılımlar, kilise onarmaları, “gasp edilmiş” vakıf mallarının iadesi bunun için. Türklerin “çarpılmış ağızları” ile “gavur” kelimesinin telaffuzu şimdi TESEV’in kontrolünde ve Beşinci Kol’un kullanımında.

Ama Türkler hala 1800’lü yılların rehavetinde! Hala uyanamamış!

Kendinizden korkuyorsunuz “Ey Türkler”! Cinnet mi geçiriyorsunuz?

Rahmetli Durmuş Hocaoğlu;

“Ey Türkler!

Sizler ki, Asya’nın çocuklarısınız; Asya’nın, yani bütün büyük dinlerin ana rahmi, hikmetin kaynağı ve ahlâkın menbâ’ı, Güneş’in doğduğu bu azametli kıtanın en muhteşem çocukları! Sizler ki Asya’dan kopup Küçük Asya’ya geldiniz, burada bütün tarihin tanıdığı en muhteşem imparatorluğu kurdunuz ve burada kendi tarihinizin de zirvesine çıktınız; geniş ve kudretli kanatlarınızın altında dinleri, dilleri, ırkları, renkleri sulh ile idare ettiniz, sonra küçüldünüz ve tekrar Küçük Asya’nıza ric’at ettiniz; Edirne ile Ardahan arasına, bu gayri tabii hudutlara sıkıştınız!” demişti. (Allah rahmet eylesin.)

Ama bizlerde bir cevher görmeyen Hocaoğlu; “Türklere küstüm, çünkü Türkler vatan ve devletlerini korumuyorlar” diye feryat etmişti.

Ey Türkler vatanınızı ve devletinizi koruyunuz. Beşinci Kol faaliyeti yürütenleri tanıyınız ve onlara geçit vermeyiniz.

Uyanınız.

Uyarmak vatan borcumdur.

Dua ile kalınız.

Mikdat Topçu

9 Ekim 2011

Yorum Yap