Batı Neresidir 3

 

 

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Amerika Birleşik Devletleri ile ittifakının mümkün olmadığını bütün detayları ile anlattık. Şimdi aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Avrupa Birliği ile ittifakının mümkün olup olmadığına bakalım.

 AB ile Türk Milletinin İttifakı Mümkün Değildir

Evet, “Avrupa Birliği”… En önemli mesele… Avrupa Batısı Türk milletinin bin yıllık komşusu… Türk milletinin devletinin bin yıllık yokuşu! Bin yıldır gelip gittiğimiz, Roma kalesinin mazgallarının önüne kadar, Baltık Denizi’ne kadar, Vistül nehrine kadar Türk akıncılarının taradığı toprakların adı: Avrupa!

 

Bir kıtanın adı Avrupa! Ama şimdi birleşmiş bir millet, yani tek devlet. Birleşmiş bir ülke. Avrupa Birliği İmparatorluğu! Neden birleşmeye ihtiyaç duyar dünün kanlı bıçaklı düşman milletleri! Kime karşı birleşirler!

 

Gerçekten; “Avrupa Birliği” deyince içimizden neler geçer! Türk milletinin içinden neler geçer!

 

Avrupa bin yıldır mücadele ettiğimiz bir coğrafyadır. Bu sebeple; bize göre, asıl üzerinde durulması gereken konu Avrupa’dır, Avrupa Birliği ile Türk milletinin ittifakıdır. Asıl konu bu ittifakın mümkün olup olmadığı konusudur.

Türkiye Cumhuriyeti Batı ittifakına girmek istiyorsa önce Sevr’i çözmelidir, Lozan’ı çözmelidir!

Türkiye Cumhuriyeti Avrupalı milletler ile iç içe yaşamak istiyorsa önce Balkanların hesabını sormalıdır!

Türkiye Cumhuriyeti onuru ile Batı ittifakı içinde yer almak istiyorsa; önce Batı Trakya’nın, Mezopotamya’nın, Hicaz’ın, Filistin’in hesabını sormalıdır!

Türk milleti Avrupa Birliği karşısında onuru ile yaşamak istiyorsa; önce Çanakkale’nin hesabını sormalıdır!

Türk milleti önce Girit’in, 12 adanın, Kıbrıs’ın hesabını sormalıdır! Türk milleti ile Batı arasındaki bin yıllık mazi önce ibra edilmelidir! Lozan yeniden gözden geçirilip ibra edilmelidir. Türk milleti Batının düşmanı değildir. Batı düşmanlığı asla yapmaz. Türk milleti kin tutan bir millet de değildir. Zaten kendisine yapılanları da unutmuştur. Ama Batı, Türk milletinin Batıya ve dünya insanlığına bu sofistik bakışına rağmen düşmanlığını hiç unutmamış, ana hedeflerini hiç değiştirmemiştir. Batı hala Anadolu ile ilgili, topraklarımızla ilgili emellerini unutmuş değildir. Batı hala “Şark Meselesi”nin peşindedir, “Sevr” peşindedir.

 

“Batı” derken asıl anlaşılması gereken coğrafyanın neresi olduğunu Türk milleti çok iyi bilmektedir.

 

Evet, Türk milletinin içinden “Batı” deyince neler geçmektedir!

 

Türk milletine göre Batı, herhalde Avrupa olmalıdır!

Batı, Bizans olmalıdır! Batı, Eflak-Boğdan olmalıdır, Bosna-Hersek olmalıdır!

Batı, Sırpsındığı olmalıdır, Varna olmalıdır, Kosova olmalıdır!

Batı, Mohaç olmalıdır, Viyana olmalıdır!

Batı, Tuna Nehri olmalıdır!

Batı, Vatikan olmalıdır, Papa Urban, Piyer Lermit (Pierre L’ermitte) olmalıdır!

Batı, herhalde hazmede hazmede Endülüs’ü bitiren yer olmalıdır!

Batı, Haçlı Seferlerinin başladığı yer olmalıdır!

Batı, Engizisyon olmalıdır, barbarlık olmalıdır, korsanlık olmalıdır! Batı 100 yıl savaşlarının, 30 yıl savaşlarının, yedi yıl savaşlarının yapıldığı yer olmalıdır!

Batı, Kapitalizmin, Komünizm’in ve her türlü sakat ve sapık, sakat ve egoist düşüncenin, her türlü sakat ideolojinin başladığı, yeşerdiği yer olmalıdır!

Batı, büsbütün ahlak kurallarının bittiği yer olmalıdır!

Tarih, işte böyle bir Batı ile Türk milletini kaderin cilvesi olarak karşı karşıya getirmiştir. Avrupa’nın topraklarımız üzerindeki emelleri, tarihi geçmişimiz bu sebeple çok önemlidir. Bin yıllık Türk-Batı ilişkileri bugün de hayatiyetini aynen korumaktadır. Orta Asya deposundan nüfus getirerek Balkanlar’a kadar etki alanı kuran Türk milletinin, Türk düşüncesinin, Türk medeniyetinin ilerlemesinin Batılılar tarafından durdurulduğu bir gerçektir. Türk milleti II. Viyana bozgunundan sonra geri çekilmeye başlamıştır. Bu geri çekiliş değişik şekillerde halen devam etmektedir. Balkan Savaşları ve sonra Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu bitmiştir. İstiklal Savaşı ile belki Batı kovularak yeni bir Türk devleti tekrar kurulmuştur! Ama şimdi, Türk milletinin adeta mecali tükenmiş, direnişi kırılmıştır! Tamamen tükenme, kırılma noktasına gelen bugünkü mücadele, tarihi kavrayan, mağlubiyeti anlayan, neticede Batının vuracağı son darbe ile tükeneceğini anlayan Türk milletinin yeniden uyanışı ile yeni bir boyut kazanacaktır.

 

Türk milletinin Batı’ya sitemle bakmasının asıl sebebi; bizi mağlup eden Batı’nın, Türklerin Anadolu’dan da kovulması mücadelesini sürdürmesi sebebiyle, duyduğu nefrettir. Batı, Endülüs devletini yıkarken de böyle yapmıştır. Tam anlamıyla bir “Reconquista” uygulamıştır. Kaybettiğine inandığı topraklarını geri almak için Endülüs halkına yapmadığı zulüm kalmamıştır. Bu sebeple “Batı” derken hep kavgalı olduğumuz, mücadelenin ve direnişin, yani Haçlı Seferleri’nin hala sürdürüldüğü, topraklarımızda gözü olan bir kıta Avrupa’sını anlamaktadır Türk milleti.

Ancak, Türk milletinin temsilcisi iktidarlar Batının stratejik oyunlar karşısında bir kurmay aklı ile davranıp, Batının en şiddetli düşmanlarını karşılayacak bir devlet politikası takip edememiştir.

Her şeyden önce, bin yıllık barışmaz iki düşmanın dost olmasını Türk diplomasisi engelleyememiştir. Vatikan ile Patrikhane’nin barışması, yani Katolik ve Ortodoks alemin barışmasını engelleyememek devletimizin en büyük hatası olmuştur. Türkiye Devleti, düşmanlarının barışmasını değil, aralarındaki sorunların devam etmesini, kendi aralarındaki anlaşmazlıkların büyümesini, Avrupa’nın yüz yıl savaşlarına, otuz yıl savaşlarına, yedi yıl savaşlarına geri dönmesini sağlamalıdır. Düşmanın barışmasını değil, bütünleşmesini değil, yeni yeni ittifaklar kurmasını değil, yeni yeni silahlar, yeni icatlar bulmasını değil, bilakis bütün bunları hiç yapamaması için araya büyük düşmanlıklar koyması gerekir. Devlet, düşmanın kuvvetlenmesini önleyen bir akla sahip olmalıdır.

Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni  idare edenler, tam tersine, düşmanlarını barıştırma politikası izlemektedir. Tıpkı İttihat Terakki gibi… Kiliseler ve Mektepler Kanunu’nu çıkararak düşmanları barıştırmıştı İttihat Terakki.

Hele hele 94 yıl sonra İzmir’e Yunanistan’ın, Hıristostomus’un yerine yeni Metropolit atamasını kabul etmek son derece yanlıştır. Devlet bu tür gelişmelere engel olmalıdır.

Özet olarak, Türkiye Cumhuriyeti, bin yıllık tarihinde olduğu gibi, yine büyük bir düşman saldırısı tehlikesi ile karşı karşıyadır. 93 Harbi’ni, Balkan Savaşları’nı, Birinci Dünya Savaşı’nı yaşayan bu millet aklını başına toplamalıdır. Düşmanlarımızın hiç ama hiç toleransı yoktur. Bu böyle bilinmelidir.

Düşmanlarımızı düşman bilmeliyiz. Ve düşmanı alt edecek bütün tedbirleri almalıyız.

Her şeyden önce durumun nezaketini anlayıp, büyük bir diplomasi uygulamalıyız. Diplomatik dil kullanmayı öğrenmeliyiz. Şu an devletimizi idare edenlerin bu konularda hiç tecrübeleri yoktur. Uluslararası diplomaside “kabadayı-külhanbeyi” ağzı kullanmak yanlıştır.

Avrupa Birliği aslında Avrupa imparatorluğudur. Bu imparatorluğun karşısında kendi gücümüzü toplamalıyız. İttifaklarımızı toparlamalıyız. Seferberlik anlamında topyekûn harbe hazırlıklı olmalıyız.

Özet olarak; Avrupa Birliği ile Türk Milletinin ittifakının mümkün olmadığı bilinmelidir.

Elbette ki, Türk milleti tarihi geri çekilişini durduracak, direnişini sürdürecek, vatanını savunacaktır Batıya karşı.

 

İşte hala aramızda derin ve kesif mücadelenin sürdürüldüğü bu Batı ile Türk milletinin ittifakının mümkün olmadığını sorgulamaya çalışacağız. Eğer böyle bir ittifak yapılacak ise, yukarıda anlattığımız “ittifak” kurallarına göre işbirliği içinde bulunulması lüzumunu Türkiye devletinin idarecilerine ihtar etmeye çalışacağız. Bize göre asıl konu, Avrupa Birliği ile Türk milletinin ittifakının mümkün olup olamayacağı konusudur. Türk milleti ile Batı’nın bugün kuracağı ittifakın manası, ABD ile kurulan ittifaklardan farklıdır. Kabul etmek gerekir ki, gerçekte Türk-Batı ittifakı, Avrupalı milletler ile Türklerin Avrupa Birliği İmparatorluğu içerisinde ortak bir hayat süreceği anlamına gelecektir. Bu mümkün müdür?

 

Bugün Avrupa Birliği’ni meydana getiren devletler; tarihlerindeki Yüzyıl Savaşları’nı, Otuz Yıl Savaşları’nı, Engizisyon mahkemelerini, yaptıkları barbarca istilaları dikkate alarak, ayrıca, kendi ortak medeniyetlerinin ortak paydası ile birleştirici özelliklerini de dikkate alarak, Avrupa Birliği gibi yeni bir “birliktelik” kurabilirler. Kendi tarihlerindeki çelişkileri, savaşları bir daha yaşamamak için böyle bir birlikteliği arzu etmiş olabilirler. Bu, Avrupalı düşünürlerin beş yüz yıllık hayalidir. Rönesans ve Reform hareketleri,  1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği seküler dünya anlayışı ile belki bir zaman daha kendi aralarında huzur içinde yaşayabilirler. Batı kültür ve medeniyetinin nihai yaşam tarzı bugünkü Avrupa milletlerini böyle bir birlik içinde yaşamaya zorlayabilir, mecbur edebilir. Ama medeniyet olarak farklı bir yapıya sahip olan Türk milletinin bu yapı içinde mutlu olması asla düşünülemez. Aşağıda Avrupa’nın bugüne gelinceye kadar geçirdiği aşamaları anlatacağız. Ayrıca Avrupa devletleri arasındaki bölünmeleri ve çeşitli Avrupa devletlerinin ve milletlerinin kendi aralarında hala problemlerinin nasıl devam ettiğini de anlatacağız. Dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki; bugün Avrupa Birliği’ni meydana getiren devletler, başlangıcından beri birbirlerine asla güvenmemişlerdir. Orijini Doğu kültürü olan Rönesans ve Reform hareketlerine rağmen, 20. yüzyılda dahi iki defa dünya savaşına girecek kadar düşmandırlar birbirlerine. Bu düş-manlık, elbette ki öncelikle Batı medeniyetinin esasını oluşturan değerlerin ahlaki ve insani olmayan temellere dayanmasından kaynaklanmaktadır. Batı medeniyeti temellerini bir türlü ilmi, insani ve ahlaki temellere oturtamamıştır. Farklı kültürler, farklı mezhepler ve farklı menfaatler, Batı medeniyetinin farklılaşmasını ve bugünkü kavgaların da esasını teşkil etmektedir. Bu tezatların ortadan kaldırılması ve savaşların önlenebilmesi hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Batı asla istikrara kavuşamayacaktır. Bu patolojik yapının, bu tezatlar diyarının, hangi birlik altında toplanırlarsa toplansınlar, barışı ve istikrarı sağlaması mümkün değildir.

Yorum Yap