Yıllar önce bir kitap okumuştum. 28 Şubat. Yazarı Şevket Kazan’dı. Şevket Kazan Erbakan’ın yakın dava arkadaşı idi. Adalet Bakanlığı yapmıştı.
Kitapta “Keşke Olmasaydı!” diyordu. Recep Tayyip Erdoğan’ın hangi tuzaklarla ABD ve İsrail’in saflarına çekildiğini anlatıyordu. Biliyorsunuz ki Şevket Kazan Erdoğan’ın dava arkadaşıydı. Gelişmeleri sizler de biliyorsunuz. Okuduğu bir şiirden dolayı suçlu bulunmuş, hapse atılmıştı.
Aşağıda bu konuyu başka bir açıdan değerlendiren bir yazıyı sizlerle paylaşacağım. Aslında yazı bir inceleme yazısı. O günkü gazete kupürleri ile ve köşe yazılarından alıntılarla yazı desteklenmiş. Çok uzun olmasın diye o alıntıları buraya almadım. Yazının başlığında şu ifadeler yer alıyor:
Erbakan reddetti
Yazıcıoğlu reddetti
Recep Tayyip Erdoğan kabul etti.
Yani CIA’nın ve MOSSAD’ın tekliflerini tek kabul eden kişi Erdoğan.
O da o ilk zamanlarda elbette ki samimi idi. Belki hala samimidir. Nitekim Muhsin Yazıcıoğlu’na “Şimdilik hareketin içine girelim, istediğimizi aldıktan sonra ayrılırız” şeklinde bir önerisi olmuş. Aşağıda bunu okuyacaksınız.
Bugünkü olayların manasını anlamak için bu değerlendirmeyi mutlaka okumak gerekiyor. Çünkü Suruç’ta toplanan ve katliama maruz kalan insanlara “Kobani’yi yeniden inşa etmek isteyen gençler, çocuklara oyuncak götüren gençler” şeklinde bakılıyor. Devletin resmi yayın organı olan TRT aynen bu ifadeyi kullanıyor: Gençler! Yine biliyorsunuz ki Suruç’taki kültür evinin girişinin üstündeki isim tamamen Kürtçe. Amara ismi ise Öcalan’ın köyünün adı imiş. Devletin bu işin neresinde olduğunu anlamak için bunu anlamak bile yeterli aslında.
Türkiye Devleti’nin resmi devlet stratejisinin ne kadar büyük hatalarla dolu olduğunu baştan beri hep anlattık geldik. Asıl hedefin Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu söyledik. Bunun adı RECONQUİSTA’dır dedik. Bununla ilgili kitap yazdık. Bu, Türk topraklarının Batılılar tarafından geri alınmak istenmesidir, bu bir Haçlı Savaşı’dır dedik. Tabii ki işin içine büyük kurmaylar din mefhumunu kattılar, şeriat mefhumunu kattılar, bilimsel propaganda tekniklerini kullandılar ve insanlarımızı kandırdılar. Bu konu ile ilgili olarak 140 tan fazla yazı yazdım, izah etmeye çalıştım. Ama din propagandası ile şişirilmiş insanlar bunu anlamadılar. Amerikan, İngiliz ve MOSSAD propagandaları daha ağır bastı. Çünkü bizim gücümüz yoktu. Bir ağırlığımız yoktu. Bizim arkamız yoktu. Televizyonumuz, gazetemiz yoktu. Yalnız bir Türk vatandaşı olarak bağırdık, kimse sesimizi duymadı.
Şimdi yine geldik aynı yere.
Neyse…
Lütfen aşağıdaki yazıyı sıkılmadan okuyunuz. Bu yazıyı okuyunca meselenin perde arkasını, Türk milletinin nasıl büyük bir oyunla karşı karşıya olduğunu, hırsızın içeriden olduğunu ve yalnız olduğunuzu anlayacaksınız. Bu durum karşısında belki bizim de milletimize Selahattin Demirtaş gibi, Cemil Bayık gibi bazı önerilerde bulunmamız gerekiyor. Ama biz söylersek bizi hemen alırlar. Çünkü Türklerin bir araya gelmeleri, silahlanmaları, silahlı eğitim yapmaları, canlarını, hayatlarını, ailelerini korumaları, devletlerini korumaları artık ateşten gömlek haline geldi. Cemil Bayık’ın ve Selahattin Demirtaş’ın, hatta “Sırtımızı PYD’ye, YPG’ye, YPJ’ye dayadık” diyen eş başkan Figen Yüksekdağ’ın mecliste olmaları onlar için çok büyük avantaj. Veya devletin resmi stratejisinin onlardan yana olması onlar için büyük bir avantaj. Bizim hiçbir avantajımız, imkânımız yok. Hatta AK Parti’li olan yakınlarımızın bile, meseleyi henüz anlamadıkları için, şu anda bize karşı tavır alma ihtimalleri çok yüksek. Hala olaylara siyasi parti açısından bakıyorlar. Bir strateji disiplini, bir savaş disiplini, bir tarih disiplini içinde bakmalarının hiç ama hiç ihtimali yok. O bakımdan büyük bir yalnızlık içindeyiz. Korkarım ki Türk milleti uyanıp da gerçeği anlayıncaya kadar her şey bitmiş olacaktır. Ama yine söylüyorum: EN BÜYÜK PLAN KURUCU ALLAH’TIR. Allah’tan hiç ümidimi kesmiyorum.
Belki, halen bütün yetkileri elinde bulunduran, milletimizi kendisine bağlamayı başaran Recep Tayyip Erdoğan hala samimidir. Ama biliyorsunuz ki Enver Paşa’nın samimi olması da işe yaramamıştı. Sonradan uyanmıştı. Gerçeği anladığında vatanı elinden gitmişti. Şimdi yine aynı tehlikelerle, aynı tarihi olgularla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
AMENNA. EN BÜYÜK PLAN KURUCU ALLAHT’TIR. Gerisi boştur.
İlgili yazıyı tırnak içinde aşağıda takdim ediyorum. Lütfen usanmayıp okuyunuz. Bu hepimizin hayatıyla ilgilidir. Bu, vatanımızla ilgili bir iştir. İhmal etmeyiniz.
Yazı aşağıdadır:
“AKP ve Erdoğan’ın, parti kurma çalışmalarına girişmeden kurduğu uluslararası ilişkiler yeniden sorgulanıyor. İşte Erdoğan ve arkadaşlarının 1990’lı yıllarda ABD ve İsrail destekli olarak bu yola nasıl çıktığının izleri.
AKP’nin Batı’nın destek, teşvik ve bu ülkelere verilen bir dizi taahhütle kurulduğu yolunda bugüne kadar pek çok haber yayınlandı.
Üstelik bu iddialar, bugün ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren bu iddialar dillendirildi. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşları idi. Yani içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve temsilcileri…
Ancak bu kez farklı bir şey oldu. Ünal Tanık’ın Rotahaber’de 16 Aralık’ta yayınlanan “Çamlıca’daki o villada anlatılanlar” başlıklı yazısı ile yazar Abdurrahman Dilipak’ın anlattığı bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga bir etkiye sebep oldu. Bu iddialar ilk kez duyuluyormuş gibi kamuoyunda yankılandı.
Dilipak’ın, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde anlattıklarının özeti şu idi:
Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başladılar ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmak istediler.
Bu teklif başta, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve ardından BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na yapıldı. Her iki ismin yapılan teklifi reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e yaptılar.
Her iki isim aldıkları taahhüt karşılığında desteklendi ve AKP kurularak iktidar yolu açıldı.
ABROMOWİTZ, BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI İKEN KEŞFETTİ
Aslında, Batılıların Tayyip Erdoğan ismi, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine girdi. Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan Morton Abromowitz’in dikkatini çekmişti. Karşısında, insanlarla kurduğu ilişki, hitabeti ve cesur ifadeleriyle göz dolduran bir lider adayı vardı.
Erdoğan ile Abromowitz’in ilk ilişkisine ilişkin bilgiler, halen TRT Haber’in başında bulunan Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alıyor. İki isim arasındaki ilk ilişki, gazeteci Ruşen Çakır’ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa’da gerçekleşti. Erdoğan ismi, o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde oldu.
RUŞEN ÇAKIR 13 YILDIR YALANLAMADIĞI KİTABI HABERİMİZ ÇIKINCA YALANLADI
Ruşen Çakır, haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alan bilgiyi haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır’ın 13 yıl boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi konu bugün tekrar gündeme gelip konjonktür değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.
Benzer iddiaları Ergun Poyraz da ‘Takunyalı Führer’ isimli kitabında ortaya atmıştı.
Ancak Ruşen Çakır, 2010 yılında kaleme aldığı yazısında bu iddiaları direk yalanlamak yerine; “Ergun Poyraz son kitabı “Takunyalı Führer” de de hakkımda atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca (Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuracak olan Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur.” ifadesini kullanmıştı.
RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı. İddiaya göre, Erdoğan, 29 Mart 1994’de yapılan yerel seçimlere bu destekle girdi.
AKP ve Erdoğan’ın, parti kurma çalışmalarına girişmeden kurduğu uluslararası ilişkiler yeniden sorgulanıyor. İşte Erdoğan ve arkadaşlarının 1990’lı yıllarda ABD ve İsrail destekli olarak bu yola nasıl çıktığının izleri.
AKP’nin Batı’nın destek, teşvik ve bu ülkelere verilen bir dizi taahhütle kurulduğu yolunda bugüne kadar pek çok haber yayınlandı.
Üstelik bu iddialar, bugün ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren bu iddialar dillendirildi. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşları idi. Yani içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve temsilcileri…
Ancak bu kez farklı bir şey oldu. Ünal Tanık’ın Rotahaber’de 16 Aralık’ta yayınlanan “Çamlıca’daki o villada anlatılanlar” başlıklı yazısı ile yazar Abdurrahman Dilipak’ın anlattığı bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga bir etkiye sebep oldu. Bu iddialar ilk kez duyuluyormuş gibi kamuoyunda yankılandı.
Dilipak’ın, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde anlattıklarının özeti şu idi:
Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başladılar ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmak istediler.
Bu teklif başta, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve ardından BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na yapıldı. Her iki ismin yapılan teklifi reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e yaptılar.
Her iki isim aldıkları taahhüt karşılığında desteklendi ve AKP kurularak iktidar yolu açıldı.
ABROMOWİTZ, BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI İKEN KEŞFETTİ
Aslında, Batılıların Tayyip Erdoğan ismi, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine girdi. Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan Morton Abromowitz’in dikkatini çekmişti. Karşısında, insanlarla kurduğu ilişki, hitabeti ve cesur ifadeleriyle göz dolduran bir lider adayı vardı.
Erdoğan ile Abromowitz’in ilk ilişkisine ilişkin bilgiler, halen TRT Haber’in başında bulunan Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alıyor. İki isim arasındaki ilk ilişki, gazeteci Ruşen Çakır’ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa’da gerçekleşti. Erdoğan ismi, o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde oldu.
RUŞEN ÇAKIR 13 YILDIR YALANLAMADIĞI KİTABI HABERİMİZ ÇIKINCA YALANLADI
Ruşen Çakır, haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alan bilgiyi haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır’ın 13 yıl boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi konu bugün tekrar gündeme gelip konjonktür değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.
Benzer iddiaları Ergun Poyraz da ‘Takunyalı Fuhler’ isimli kitabında ortaya atmıştı.
Ancak Ruşen Çakır, 2010 yılında kaleme aldığı yazısında bu iddiaları direk yalanlamak yerine; “Ergun Poyraz son kitabı “Takunyalı Führer” de de hakkımda atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca (Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuracak olan Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur.” ifadesini kullanmıştı.
RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı. İddiaya göre, Erdoğan, 29 Mart 1994’de yapılan yerel seçimlere bu destekle girdi.
AKP ve Erdoğan’ın, parti kurma çalışmalarına girişmeden kurduğu uluslararası ilişkiler yeniden sorgulanıyor. İşte Erdoğan ve arkadaşlarının 1990’lı yıllarda ABD ve İsrail destekli olarak bu yola nasıl çıktığının izleri.
AKP’nin Batı’nın destek, teşvik ve bu ülkelere verilen bir dizi taahhütle kurulduğu yolunda bugüne kadar pek çok haber yayınlandı.
Üstelik bu iddialar, bugün ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren bu iddialar dillendirildi. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşları idi. Yani içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve temsilcileri…
Ancak bu kez farklı bir şey oldu. Ünal Tanık’ın Rotahaber’de 16 Aralık’ta yayınlanan “Çamlıca’daki o villada anlatılanlar” başlıklı yazısı ile yazar Abdurrahman Dilipak’ın anlattığı bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga bir etkiye sebep oldu. Bu iddialar ilk kez duyuluyormuş gibi kamuoyunda yankılandı.
Dilipak’ın, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde anlattıklarının özeti şu idi:
Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başladılar ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmak istediler.
Bu teklif başta, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve ardından BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na yapıldı. Her iki ismin yapılan teklifi reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e yaptılar.
Her iki isim aldıkları taahhüt karşılığında desteklendi ve AKP kurularak iktidar yolu açıldı.
ABROMOWİTZ, BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI İKEN KEŞFETTİ
Aslında, Batılıların Tayyip Erdoğan ismi, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine girdi. Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan Morton Abromowitz’in dikkatini çekmişti. Karşısında, insanlarla kurduğu ilişki, hitabeti ve cesur ifadeleriyle göz dolduran bir lider adayı vardı.
Erdoğan ile Abromowitz’in ilk ilişkisine ilişkin bilgiler, halen TRT Haber’in başında bulunan Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alıyor. İki isim arasındaki ilk ilişki, gazeteci Ruşen Çakır’ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa’da gerçekleşti. Erdoğan ismi, o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde oldu.
RUŞEN ÇAKIR 13 YILDIR YALANLAMADIĞI KİTABI HABERİMİZ ÇIKINCA YALANLADI
Ruşen Çakır, haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alan bilgiyi haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır’ın 13 yıl boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi konu bugün tekrar gündeme gelip konjonktür değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.
Benzer iddiaları Ergun Poyraz da ‘Takunyalı Führer’ isimli kitabında ortaya atmıştı.
Ancak Ruşen Çakır, 2010 yılında kaleme aldığı yazısında bu iddiaları direk yalanlamak yerine; “Ergun Poyraz son kitabı “Takunyalı Führer” de de hakkımda atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca (Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuracak olan Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur.” ifadesini kullanmıştı.
RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı. İddiaya göre, Erdoğan, 29 Mart 1994’de yapılan yerel seçimlere bu destekle girdi.
“İşte bu yüzden parti içinde kalıp mücadele etmek çok zor. Hatta imkansız. Bekleyeceksin ki lidere emr-i Hak vaki olsun.”
Oysa Erdoğan ve arkadaşlarının “emr-i Hak” vaki oluncaya kadar bekleyecekleri zamanları yoktu. Hazırlanan plan yürümeli idi. Zaten öyle de yaptılar.
ABD, İNGİLTERE VE İSRAİL TEMSİLCİLERİYLE SON RÖTUŞLAR
“Yenilikçi hareket, Türkiye’deki İslamcıların öncüleridir” sözleri ile Türkiye’de tanınan CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Graham Fuller üzerinden ABD ile yapılan temaslar devam etti. Artık partinin kurulma çalışması tamamlanmıştı. 14 Ağustos 2001’de resmen kurulacak olan AK Parti’nin açıklanmasından bir hafta önce Erdoğan’ın Üsküdar’daki bürosunda bir görüşme gerçekleşti.
İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short ile Erdoğan arasında yapılan görüşmenin ayrıntıları, Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen 8 Ağustos 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer aldı. Habere göre, Short, “Böyle bir partinin kurulması bizi mutlu eder” diyor ve devamında şu ifadelere yer veriliyordu:
“Roger Short, “Tayyip Erdoğan’ın misyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna ise şu karşılığı verdi: “Bu parti çoğulcu demokrasiyi benimserse, yeni atılımlar yaparsa bizi mutlu eder. Çoğulcu demokrasinin benimsenmesiyle, oy kullananlar isteklerini daha kolay ifade edecekler. Bu onları mutlu eder. Böylece demokrasinin gelişmesi de bizi mutlu eder.”
“Fazilet Partisi’nin bu şekilde ayrışması konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine de Başkonsolos Short, “Bu, bizim cevap vereceğimiz bir konu değildir” dedi.”
İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ: YENİ PARTİ POLİTİKALARIMIZLA TERS DÜŞMEYECEK
Peki, İsrail ABD ve İngiltere temsilcileri ile görüşen Erdoğan, parti kurulma öncesinde İsrail temsilcisi ile dışa dönük temas kurmadı mı? Bu sorunun cevabı da yine “Yenilikçi Hareket’in 97. sayfasında. Dönemin İsrail Büyükelçisi David Sultan ile yapılan görüşme şöyle anlatılıyor:
“Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve Ona “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı…”
“İKİ KOLDAN YÜRÜYOR” SÖZÜ ERBAKAN’I ÇOK KIZDIRDI
Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, ilerleyen yaşına rağmen sesini duyurabileceği her ortamı değerlendirip AK Parti’yi ve Erdoğan’ı anlatmaya çalıştı. Erdoğan’ın ülkeyi borçlandırarak refah içinde gösterdiğini ve esas itibariyle de uluslararası güçlerin oyuncağı olduğunu söyledi. Erbakan, kamuoyunda AK Parti kaynaklı dolaştırılan, “Erbakan Hoca akıllı adam. Kendi Saadet Partisinde, öğrencileri de AK Parti’de bu ülkeye hizmet ediyor” iddialarına çok net çıkış yapıyor:
Peki Erdoğan, bu kadar ABD ve İsrail ile ilişkili de nasıl bu kadar İsrail aleyhine konuşabiliyor. Bu sorunun cevabını da Erbakan açık yüreklilikle ortaya koyuyor:
Bu kadar İsrail aleyhine konuşabildiği için, Erdoğan ve AK Parti iktidarı iş icraata gelince en cesur adımları atabiliyor. Bu tavrı en açık ortaya koyan ise Has Parti Genel Başkanı olduğu dönemde Numan Kurtulmuş oluyor. Kurtulmuş’a göre, Erdoğan’ın kalbi Muaviye diyor, dili Ali.
En zayıf hükümetler dönemlerinde bile kabul edilmeyen İsrail’in OECD üyeliği AK Parti döneminde onaylandı. Numan Kurtulmuş’a göre İsrail’in OECD üyeliği, 1967’den bu yana İsrail’in elde ettiği en büyük zafer idi.
AKP’nin kuruluş u şahitler ve belgeler ışığında bu şekilde gelişirken, AK Parti’nin kuruluşundan bu yana geçen 13 yılda Türkiye’de de çok şey değişti.
DİLİPAK DA DOĞRULADI
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Abdurrahim Karslı’ ya dayanarak Ünal Tanık’ın köşesine taşıdığı bilgi gündemi sarsarken olayın tanıkları ise peş peşe o günlerde yaşananları doğrulamaya başladı. İlk doğrulayan görüşmelere katılan Abdurrahman Dilipak oldu. Dilipak, Erdoğan’ın artık bağımsız hareket ettiği şerhini düşerek Ünal Tanık’ın yazısında yer alan bilgileri doğruladı.
ALİ BULAÇ: O TOPLANTIYA KATILDIM
Dilipak’ın ardından toplantıya katıldığı belirtilen bir diğer isim Ali Bulaç da köşesinde toplantıya katıldığını doğrulayarak, şu ifadelere yer verdi.
“Dilipak, Rotahaber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyid edince yazmaya karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:
1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu.
Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: “Türkiye’de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda, Batı İslam’a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.”
Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin “bazı değişiklikler” le AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!
Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca vefatından önceki son görüşmemizde AK Parti’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir.
M. Ali Bulut’un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: “Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasete hizmet edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.” Tayyip Bey ona, “Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz.” deyince rahmetli, “Amerika dirsek vurulacak bir güç değil. Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.” demiş, teklifi nazikçe reddetmiş.”
Takdir elbette ki sizlerindir. Yarın adama vatan savunmanın ne kadar ateşten gömlek olduğunu adama anlatırlar. İşte o zaman geç olur.
Gelişen olayların manasını anlamak için ne kadar donanımlı olmamız gerektiğini herhalde anlatmaya gerek yoktur.
Not: Recep Tayyip Erdoğan AK Parti genel başkanlığına seçildikten sonra Amerika’ya gitti. Orada bir düşünce kuruluşunda konuşma yaptı. Sanıyorum CSIS diye bir kuruluştu! TRT bu konuşmayı haber yaptı. Tarihini tam olarak hatırlayamıyorum. Gece saat 02 haberlerinde idi. Recep Tayyip Erdoğan bu konuşma aynen şunu söylemişti. BİZ, HÜRRİYET, MUSAVAAT VE UHUVVET KAİDELERİNE GÖNÜLDEN BAĞLIYIZ. Bu ifadelerin ne anlama geldiğini elbette bilenler bilir.
Mikdat Topçu
22.07.2015
0 Yorumlar.