UYARMAK VATAN BORCUMDUR 51 – Tarihin Kodları

Tarihin Kodları

            Ülkemizde gelişen bugünkü olayları tarafsız bir şekilde analiz etmek için tarihin kodlarına iyece bir bakmak gerekiyor.

Dinamik bir analiz metodu (tahlil metodu) olmayanların, tarihin kodlarını bilmeyenlerin, gelişmekte olan olayları doğru izah etme imkânları yoktur.

İyi bir araştırma yapıldığında görülecektir ki, milletler bu gün de, tarihî geçmişin kurallarına uygun olarak, hala “medeniyetler çatışması” içinde bulunmaktadırlar. Çünkü “farklı medeniyetler bulunduğu sürece mutlaka çatışma olacaktır”. Bu kaçınılmazdır.

Halen içinde yaşadığımız gelişmeler, insanlık tarihinin bu kanuna tıpatıp uygundur.

“Batı ile Doğu arasındaki münasebetlerin tarihi, büyük ilerleme ve itilme hareketlerinin tekerrüründen ibarettir.

-Asya’nın ilerleyişi, Med harpleri ile durdurulur.

-Sonra Makedonya ve Roma karşı taarruza geçer.

-VII. Asırda Müslüman ilerleyişi vardır.

-X. Asırda Bizans’ın karşı taarruzu vardır.

-XI. Asırda Selçuklu Türklerinin ilerleyişi XII. asır HAÇLI SEFERLERİNİ  doğurur.

Osmanlı Türklerinin Bursa’dan Viyana’ya uzanan XIV. Asırdan XVII. Asra kadar olan ilerleyişi, 1912’de nihayet Edirne’ye kadar çekilmeleri ile neticelenir.”

Bir Fransız akademisyen “dünya tarihini anlatırken, bir film şeridini hızlı çevirirsek, diyerek, şu yukarıdaki olayları izlersiniz” diyor.

Tarih aslında olayların kaydedicisidir. İnsanlığın tarihinde değişik medeniyetlerin, değişik yerlerde yaşadığını, tarih boyunca sürekli savaşların olduğunu, farklı medeniyetlerin var olduğu yer ve zamanlarda mutlaka çatışmaların da olduğunu hep okur dururuz.

Ve tarihte, nice büyük imparatorlukların yaşadığını, nice yenilmez orduların daha kuvvetli düşmanları karşısında dağıldığını bugün fiilen biliyoruz. Tarihi kalıntılar, arkeolojik kazılar bize geçmişte milletlerin barışlarını, savaşlarını, medeniyetlerini açık açık göstermektedir.

Şu anda tarihi geçmişin pek ender olayları esrarını korumaktadır. Pek az bir olay henüz tam olarak aydınlatılamamıştır.

Şunu demek istiyorum ki, insanlığın tarihinde birçok büyük medeniyet boy göstermiş ve sonra bir şekilde ortadan kaldırılmışlardır.

Eski Mısır, Roma, Hitit İmparatorluğu, Bizans, İskender’in fetihleri, Selçuklular, Osmanlılar bugün sadece tarihin sayfalarını süslemektedir.

Bunun sebebi şudur: Milletlerin de bir eceli vardır. Milletler de, tıpkı insanlar gibi, doğar, büyür ve ölürler.

Çok yüksek idealleri olan milletler bile, yeterli kuvvetle korunamadığı için, gerekli akılcı politikalarla sevk ve idare edilemediği için, düşmanlarının saldırıları karşısında yok olmaktan kurtulamamışlardır.

Ve en önemlisi de şudur; pasif çoğunluklar hiçbir zaman bir milletin kaderini tayin edememişlerdir.  Pasif çoğunluklara, teşkilatlı güçler daima diz çöktürmüşlerdir.

Milletlerin hayatı, devlete ve millete bağlılık bakımından, o toplumun içindeki en fedakâr insanlar tarafından savunulur.

Tarihin bu çok basit kurallarını, ülkemizdeki gelişmelerin üzerine bir şablon olarak koyarsanız, karşınıza çok dehşetli bir tablo çıkacaktır.

Bugün ülkemiz, tarihin karanlık tünellerinden gelip geçen diğer devletler gibi, var olmak veya yok olmak olgusu ile karşı karşıyadır.

Halen ülkemizde yaşanmakta olan büyük değişimin, adı ne olursa olsun, insanlarımız tarafından (özellikle pasif çoğunluk tarafından) şüphe ile karşılanmaması, o insanların milleti ve devleti savunacak, inanç ve yüksek idealden yoksun oldukları anlamını taşır.

Ya da, insanlığın tarihinin medeniyetlerin çatışması tarihi olduğunu bilmedikleri anlamını taşır.

Barış sürecini, bu süreci kimlerin sevk ve idare ettiğini anlamadan, devletin kurtuluşu olarak görenler, inadına büyük bir cehalet, inadına büyük bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.

İçinde bulunduğumuz durum, başlı başına bir “barış yapma süreci” değildir. Burada dünya tarihi, insanlık tarihi konuşmaktadır. Burada medeniyetlerin çatışması konuşmaktadır. Burada saldırıda bulunan kuvvetler konuşmaktadır.

Bu gelişmeleri; “Ülkemiz, dünyanın en büyük kural koyan devleti haline geliyor”, şeklinde izah etmeye kalkanlar için şunu söyleyebilirim. Bu iddiaya inananlar, olayların taraflarını, tarafların imkân ve kabiliyetlerini ya hiç bilmiyorlar, saf ve cahildirler, ya da haindirler demektir.

Yakın akrabalarımın, yakın arkadaşlarımın bu süreci “hayra” yoran düşüncelerini asla “ihanet” ile izah edemem. Elbette burada analiz noksanlığı, bilgi noksanlığı vardır. Ya da, içinde bulundukları fiili durum, gerçeği izah etmeye imkân vermemektedir, diye düşünüyorum.

Tabii ki, gelişen olayların, artık “karşı taraf” diye sınıflandıracağımız güçlerin, gün be gün hedeflerini nasıl açıkladıklarını, barış sürecinin aslında onları zafere götürecek bir süreç olarak yorumladıklarını tek tek, birer birer göstermeye gerek yoktur. Herkes otursun, araştırsın, incelesin. Analizini buna göre yapsın.

Örnek olarak, Diyarbakır’daki olayların hemen ertesinde İsrail’in “özür” dilemesi, zamanlama olarak ABD devlet başkanının İsrail’de bulunması çok manidardır. Bir yorumcu diyor ki; “Erdoğan, Nil’den Fırat’a vaad edilen toprakları kuruyor. İsrail’e bir ülke bağışlamak için var gücüyle çalışıyor. Dün Diyarbakır’da Büyük İsrail’in startı verildi. Bir ülke armağan edecek adamdan bir özür esirgenir mi hiç?”

Tabii ki, olaylara yüzeysel olarak bakanlar barış sürecini büyük bir başarı olarak görmektedir.

Bu bilgiler ışığında herkesi yeniden bir muhasebe yapmaya çağırıyorum.

Bendeniz vatandaşlık görevimi yapıyorum.

Durum ciddidir, hatta vahimdir.

Milletimin çocuklarını bu manada uyarıyorum.

Uyarmak vatan borcumdur.

23 Mart 2013

 

 

 

Yorum Yap